1999'da maliye/ekonomi bakanları ve merkez bankası başkanları seviyesinde yapılmaya başlanan G20 toplantıları 2008'den bu yana devlet ve hükümet başkanları seviyesinde gerçekleştiriliyor. Her sene bir üye, toplantılara ev sahipliği yapıyor ve o seneki gündemi şekillendiriyor. Dünyada üretilen malların beşte dördünden fazlası, dünya ticaretinin dörtte üçü ve dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisi G20 üyesi ülkeler tarafından temsil ediliyor. Küresel yönetişimin demokratikleşmesi bağlamında G20 oluşumu G7/8 ve diğer benzeri oluşumlardan çok daha önemli. Üye ülke resmi makamlarının yanında sivil-toplum ve hükümet-dışı kurumların temsilcilerini de düzenli olarak bir araya getiren bu platform küresel hayatın sorunlarına küresel çözümler bulunması adına önemli fırsatlar sunuyor. Öncelikli olarak küresel ekonomi ve ticaret sorunlarına odaklanan G20 toplantıları, küreselleşme sürecinin hızlanmasına paralel olarak sürdürülebilir kalkınma, istihdam, küresel gelir adaletsizliği, fakirlik, güvenlik, çevre, göç, kadının toplumsal hayata katılımı, vb. konulara da yer veriyor artık. Ev sahibi ülkenin inisiyatifinde üye olmayan ülkeler de zirveye davet edilebiliyor. Yine ev sahibi ülke kendi açısından önemli gördüğü konuları zirvenin gündemine taşıyıp zirvenin akışını yönlendirebiliyor.

2008 dünya ekonomik krizi sonrasında önem kazanmaya başlayan G20 platformu en gelişmiş yirmi ülkeyi bir araya getirmesiyle dünya siyasetinin demokratikleşmesi ve daha meşru hale gelmesi bağlamında önemli bir açılım. Batı dışı aktörlerin küresel yönetişimde daha fazla ses sahibi olmalarını mümkün kılabilecek G20 tarzı oluşumlar desteklenmeli ve yaşatılmalı.

Ancak, G20'nin gayri resmi yapısı, üye devletlerin dışında kendine ait kurumsal bir sekreteryasının bulunmaması ve daha çok bir konuşma kulübünü andıran kimliği etkinliğini ve kapasitesini önemli oranda sınırlıyor. Dönem başkanlığını üslenen ülkeye dünya sahnesinde daha fazla vitrinde olma ve kendi önceliklerini anlatma imkanı vermesinin ötesinde, G2O üyeliğinin diğer uluslararası örgüt üyeliklerinden, özelikle de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, NATO, Avrupa Birliği, BRICS, Şangay İşbirliği Örgütü, daha ayrıcalıklı olduğunu ileri sürmek doğru olmaz.

Son yıllarda düzenlenen zirveler küresel aktörlerin küresel yönetişime bakışları noktasında ciddi görüş ayrılıkları yaşandığını gösterdi. Bir tarafta her geçen gün ivme kazanan, aşırı korumacılık, iki-taraflılık, içe kapanmacılık, milliyetçilik, bölgeselcilik ve büyük güçler arası diplomasi tarzı eğilimler var. Diğer taraftaysa başını Almanya'nın çektiği ve Avrupa Birliği bütünleşme sürecinin ruhuyla uyumlu, çok-taraflılık, karşılıklı ekonomik bağımlılık, kural-temellilik, açıklık, çok-kültürlülük ve liberal-demokratik norm ve değerler var. Küresel yönetişimin hangi değerler ve kurumlar üzerinden düzenlenmesi konusu tartışmaya açık. Rusya ve ABD gibi küresel aktörlerin AB'nin temsil ettiğine inanılan değerleri son yıllarda açıkça çiğnemekte oldukları dikkate alındığında G20 zirvelerinden kayda değer sonuçlar beklemek olası değil.

Almanya ve Çin gibi ulusal zenginliklerini önemli oranda dış ticarete borçlu olan ülkeler küresel ticaretin önündeki engellerin kalkmasını ve serbest ticaretin karşılıklı bağımlılık temelinde seyretmesini isterlerken, ABD ve Birleşik Krallık'ın daha fazla korumacılık öngören yaklaşımları benimsediklerini görüyoruz.

Küreselleşme sürecinin iki motor ve tetikleyici ülkesinin Trump'ın seçilmesi ve Brexit kararından sonra tam tersi istikamette davrandıklarını görünce insan şaşırmadan edemiyor. Washington ve Londra'nın korumacı ve küreselleşme karşıtı politikalar izlemeye başladıkları bir ortamda Berlin ve Pekin'in küreselleşmenin bayraktarlığını ve garantörlüğünü üstlenmeye çalışmaları dikkat çekici olsa da bu iki ülkenin bu bağlamda liderlik yapabilme kapasiteleri oldukça sınırlı. Neticede ABD ve Birleşik Krallık birçok küresel aktivitenin hala en önemli iki merkezi konumunda.

G20'nin bir konuşma kulübü havasından çıkıp küresel sorunlara kalıcı çözümler üreten bir yapıya dönüşmesi için kurumsal bir yapıya kavuşması gerekiyor. Kararlarının bağlayıcı olduğu ve karar alma süreçlerinin açıkça tanımlandığı bir G20, mevcut uluslararası örgütlerin ciddi meşruiyet krizleri yaşadıkları dikkate alındığında küresel yönetişim noktasında umutlu olmamızı mümkün kılabilir.

Uluslararası alanda güçlülerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü isteniyorsa kural temelli ve meşruiyet odaklı mekanizmalar oluşturulmalı. G20 bu minvalde ciddi bir umut sunuyor.