Sevgi, aşk, mutluluk, huzur, güven… Hep arananlar.

Ne kadarına sahip olduğumuzun farkında olmadığımız özlemlerimiz…

Nefret, kıskançlık, öfke, korku, üzüntü, yalnızlık, utanç… Hep kaybolmasını istediklerimiz…

Ne kadarına sahip olduğumuzun farkında olmadığımız karanlık yönlerimiz…

Her duygunun bir veya birçok rengi vardır ressamın paletinde.

Öfke, aşk, tutku; Kırmızı

Eğlence, enerji, sevinç; Sarı

Özgürlük, iyimserlik; Turuncu

Huzur, denge, umut; Yeşil

Güven, huzur; Mavi

Asalet, güç; Mor

Aydınlığa en yakın renk; Sarı

Karanlığa en yakın renk; Mavi

Karşıt kutuplar; Siyah ve Beyaz

Beyaz esaslı renkler; mavi, yeşil, sarı

Siyah esaslı renkler; Turuncu, kırmızı ve mor.

Ressamın yazdığı şiirin ne anlattığını öğrenmek istiyorsanız renklerine bakmalısınız. Ya da anlatırken onu dinlemeyi isteyip istemediğinize... Kötü bir şairin çırpınışları olur bazen çizgiler ve çizgilere asılmış renkler. Çünkü aslında boğulan da sanatçıdır. Kirlettiği renkler kendi iç dünyasında hissettiği kaoslardır. Bir dram hikayesi dinlemeye hazırsanız bazen canlılığını yitirmiş renklerde ilginizi çekebilir. Cılız bir ses nasıl yankılanmazsa cılız bir sarı da o derece kaybolmaya mahkumdur bazen. Bazen ise bir fısıltının kulağınızda çığlık olarak yansıması tabloda keşfettiğiniz bir define gibidir sarı. Bir damla mavi ile huzuru yakalayabildiğiniz bir deniz görebilir o denizde ufku yakalayabilirsiniz. Ya da gururlu mor kadınlara hayran olabilirsiniz.

Bu hayranlık sanatçınında seyircininde içselleştirmesini ortak dili konuşabilmesidir. İçselleştirmek farkında olmadan renklerle, şekillerle, sembollerle, formlarla ve kavramsallaştırdığımız bütün malzemelerle anlatabilmektir ve bu aşkın durumu dinleyebilmektir.

Sanat ne için sorusunun cevabı renklerle insanları kandırma, aşkın durumu yaşama ve yaşatma çabasıdır belki de. İçimden geldiği gibi söylemi bu sebeple çok cılız bir feryattır. İnsan olmaktan utanılanları, bütün yaşanmışlıkları, gerçekleri, gizlenenleri, çocuk istismarlarını, kadın cinayetlerini, haksızlıkları, köle ticaretini, afyon savaşlarını, pırlanta için çalışan çocuk işçileri bilerek yaşarken; bu dünyanın dışına çıkma çabası ile anlatıcı olma isteği içinden geldiği gibi anlatmayı imkansız kılar. İçinden gelen bunlara rağmen anlatma çabası ve cesareti ise kendinle başbaşa kalma çabası da imkansızdır.

Çünkü yaşadığımız dünyayı mahveden tek canlı olarak insan olmanın utancı günah keçilerine yükleyemeyeceğimiz kadar büyüktür. Bu sebeple yaptığımız kötülükleri bilerek yaşamak cesaret gerektirir.

Sanat bize bu cesareti verir. Kendimizi anlatan yerine koyunca kötülüğü yapmadığımız iç huzurunu yakalayabiliriz. Ya da seyirci kendisini anlatıcının yerine koyabiliyorsa bu iç huzuru oda yakalayabilir.

Yine de iyi bir anlatıcı değilseniz; üstlendiğiniz misyonunu yerine getiremez, dünyanızı seyrettiremezsiniz.

İyi bir anlatıcı değilseniz ve üretmek istiyorsanız doğaya öykünebilirsiniz. Ressamın paletindeki renkler onun doğaya müdahalesi olabilir. Doğa bağırmaz, doğa sizi dövmez, doğa dünyasına müdahale edilmedikçe sizinle kavga etmez. Çiçekler böcekler, ağaçlar denge içinde ve ne yapacaklarını bilerek yaşar. Doğayı resmetmek bu dinginliğe hayranlıktır çoğu zaman.

İçinizden geldiği gibi anlatamıyorsanız, iyi bir anlatıcı değilseniz doğa büyük bir sığınak; doğayı resmetmelisiniz.