Antalya’nın marka kent olmasını istiyoruz.
Hepimizin gönlünde yatan budur.
Kentin marka olması için öncelikli görev orada yaşayanlara düşüyor.
Bizler, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleri.
Önce sokağı kirletmemekle başlıyor her iş.
Bir kentte yaşıyorsanız, o kenti yaşatmalısınız.
Marka kent olmak da öyle kolay bir şey değil.
Bir günde olunmuyor. Marka kent olmak baklava, domates, lokum ya da bir ürüne tek başına sahip olmakla da bitmiyor.
Masaya birkaç kişinin oturup “Haydi şunu marka yapalım” demesiyle de marka olunmuyor.
Marka bir akıl, disiplin, fikir, proje ve pazarlama işidir.
Sloganından tutun da, caddeleri, meydanları, yeşili, tarihi eserleri, yeme-içmesi ile bir kent marka olur.
10 yıldır Antalya’da yaşıyorum.
Doğup büyüdüğüm, kazandığım, tükettiğim kent İzmir’di.
Bir daha döner miyim bilmiyorum.
İzmir gibi Antalya’nın da kendine göre güzellikleri var.
Her iki kentin belirgin ortak özellikleri; deniz, kum, güneş ve tarihtir.
Antalya için marka olabilecek çok şey sıralayabiliriz.
Tarihi eserlerden mutfak kültürüne, tarımsal ürünlerden doğa ve deniz sporlarına bu kentin güzelliklerini sayıp dökebiliriz.
Bir kentin marka olabilmesi için öncelikle o kenti rant yamyamlarından kurtarmak gerekir. Burada görev yerel yöneticilerdedir.
Antalya’da yerel yönetim hizmetlerini, tramvayı, alt, üst geçitleri, neden ve nasıllarını yazacak değilim.
Ama şuna eminim, Antalya’yı yönetenler de kentin çirkin, çarpık yapılaşmasını istemiyorlardır.
Peki, bütün bunlar ‘marka kent’ olmak için yeter mi?
Yetmez.
Profesyonel anlamda tanıtım gerekir.
Bu aşama da tamamlandıktan sonra film yapım şirketleri, reklam dağıtımı için medya satın alma şirketleri, web siteleri, web tasarımcıları, sosyal medya ajansları ve diğer iletişim kanalları devreye girmeli.
Daha önce belirttiğim gibi, önce Antalya’da yaşayanlara, Antalya’yı yaşayanlara, ama Antalya’yı yaşatmayanlaradır sözüm.