Son günlerde tartışmalarının zirve yaptığı AB-Türkiye ilişkileri önümüzdeki yıllarda farklı gelişmelere gebe görünmektedir. Bugüne kadar farklı zaman dilimlerinde değişik dozlarda yaşanan gelişmeler elbette oldu. Fakat bu sefer ki yaşananlar hiç bugüne kadar yaşanan cinsten değil. Çünkü daha önce telaffuz dahi edilmeyenlerin ciddi ciddi karşılıklı taraflar açısından dile getirildiği hatta küçük hamleler halinde harekete bile geçildiği görülmektedir. İşte tüm bunlar bugüne kadar yaşanmayan ilklerin yaşanmasını sağlamaktadır. Yarınlarda ise nelerin, hangi ilklerin yaşanacağını ise kuşkusuz tam olarak kestirmek mümkün değildir.
Ülkeler arası ilişkilerde anında pozitiften negatife, negatiften de pozitife doğru gidilebilmektedir. Bunun sebebi ise ülkeler arası çıkar ilişkileri anbean değişebilmektedir. Ülkeler ve yöneticileri arasında günlük yaşamdaki gibi dostluk ilişkilerinin olması mümkün değildir. Her zaman için ülke çıkarlarına göre hareket edilmelidir. Bunun en canlı örnekleri son yıllarda kendi coğrafyamızda net bir şekilde görebilmekteyiz.
O yüzden ülkeler arası ilişkiler uzun vadeli ve ülke kazanımlarına göre tesis edilmelidir. Şu asla unutulmamalıdır ki hiçbir ülke gerçek anlamda, samimi olarak karşı ülkenin hangi alanda olursa olsun güçlenmesi istemeyecektir. Aksine kendisine bağımlı hale getirmeye çalışacaktır. Bağımlı olmanın en temel kaynağı ise üretim yerine tüketim toplumu olmaktan geçmektedir. Üretmeye başlayan her ülke karşı taraf açısından büyük tehlike arz etmektedir.
Ülkemiz açısından da son yıllarda hayata geçen üretim hamleleri ile eskiden dost –gibi görünen- olan ülkelerin bile artık karşı cephe olduklarını açıkça ifade etmekten kaçınmadıklarını görmekteyiz. Bir söz vardır, “yılanın başını küçükken ezeceksin” diye. 80 milyon olarak bunu uygulamaya çalışan bir dünya ile karşı karşıya olduğumuzun farkına varmalı ve “kol kırılır yen içinde kalır” diyebilmeliyiz.
Aksi halde bir ailede bile eşler sorunlarını kendi içinde çözmeyip dışarıda kendi ailelerini, kendi arkadaşlarını olaya dahil edip çözmeye çalışmaları; daha büyümeden sadece eşler tarafından söndürülebilecek yangını daha da alevlendirebilecektir. Sorunların çözülmesi için elbette dışarıdan destek, öneri alınması gereken konular olacaktır. Fakat eşler dışına taşınmaması gereken konular tüm dünyaya taşındığında artık çözümü mümkün olmaktan da çıkacaktır.
Ülke olarak yaşadığımız durum da buna benzemektedir. Dış güçlerin ülkemizi kendi prangalarına alma düşüncelerinden vazgeçmemeleri daha kaç yüzyıl daha bu durumun devam edeceğinin bir göstergesidir. O yüzden her anlamda tam bağımsız bir Türkiye için yaşlı-genç, kadın-erkek demeden mücadele edilmelidir. Tam bağımsızlığın temeli ise güçlü bir ekonomiden geçmektedir. Bunun sırrı ise tepeden tırnağa sağlıklı, kalıcı ve sürekli gelişen üretim mekanizmasının tesis edilmesine bağlıdır.
Yüzyıllar öncesi öz geçmişimizden hayat bulan Avrupa ile bugün gelinen nokta ise Türkiye’ye rest çekmeleridir. Aslında ülke olarak yukarıda bahsi geçen konularda tam anlamıyla hayat bulan bir Türkiye profilinde AB’nin peşinden koştuğu bir ülke olmamızdır. Yarım asrı aşkın süredir kapı eşiğinde bekletilen –ne içeri alınan, ne de tamamen dışarı edilen- bir ülke olarak artık net tavrımızı koymalı ve karar verilmelidir. İşte o zaman AB, Türkiye’yi kaybetmekle neler kaybettiğini anlayacaktır. “Aman bizi alın” diye yıllardır adeta yalvar yakar tavırlar sergilenmesi AB’nin tabiri caizse naz yapmasına neden olmaktadır. Durmaksızın çalışan, üreten, gelişen bir Türkiye’de tabiki AB’nin Türkiye’ye muhtaç olması kaçınılmaz son olacaktır. Üreten bir Türkiye için el ele, gönül gönüle…