Ak Parti’ye kadar Türk dış politikasında realist ve liberal dinamikler

Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'nin miras kalan en önemli dış politika miraslarının başında diğer ülkelerle olan ilişkilerin realist bir zemine oturtulması gerekliliği gelir. Bu anlayış Cumhuriyetin kuruluş yıllarında çok etkili olmuş ve sonraki on yıllar boyunca etkisini sürdürmüştür. Bu anlayışın zirvesi Soğuk Savaş dönemi olmuştur. Bu yaklaşıma göre Sovyetlerden gelen tehditlerden kurtulmanın en iyi yolu Batılı aktörlerle NATO çerçevesi içinde stratejik iş birlikleri kurmak olmuştur. Türkiye'nin stratejik tercihleri ve uluslararası önemi basit anlamda coğrafi konumu ile askeri ve ekonomik yeteneklerinden oluşur.

Cumhuriyetin uzun yılları boyunca Türk karar alıcılar özellikle güney komşuları olmak üzere diğer ülkelerin içişlerine karışmama konusunda azami özen gösterdiler. Onların içişlerine müdahale etmek ve Türkiye'nin normları çizgisinde onları dönüştürmeye uğraşmak Türk dış politikasını neredeyse hiç şekillendirmedi. Türkiye'nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü koruma amacı dış politika inisiyatifleri çoğu zaman belli bir aksiyon alma yerine dışarıdaki gelişmelere bir cevap oluşturma seklinde ortaya çıktı. 'Yurtta barış, cihanda barış' prensibi genelde karar alıcılar tarafından Türkiye'nin iç politikasına odaklanıp dış aktörlerle olan ilişkilerde daha savunmacı ve tedbirli davranılması şeklinde yorumlandı.

Diğer aktörler iç işlerinde nasıl yönetilirse yönetilsin Türkiye'nin bölgesel ve küresel barışa katkısının diğer ülkelerle yakın askeri, siyasi ve ekonomik işbirlikleri oluşturmasından geçtiğine inanıldı. Gerek Atatürk gerekse de daha sonraki dönemlerde Türkiye, siyasi değerleri itibariyle kendine benzemeyen ülkelerle aynı bölgesel ve uluslararası örgütler içinde yer almaktan çekinmedi. Başka ülkelerin iç islerine karışılmaması prensibi ve kendi egemenliğini ve topraksal bütünlüğünü koruma yönünde gösterdiği hassasiyet Türkiye'nin dış ilişkilerini çok derinden etkiledi.

Bunları söylemek Türk dış politikasının tamamen değerlerden ve ideolojilerden bağımsız olduğu anlamına gelmiyor. Bağımsızlık savaşının ardından Cumhuriyetin kurucuları Batıya yöneldiler ve Batılı/Avrupalı uluslararası örgütlere katılmak Türk dış politikasının temel prensiplerinden biri oldu. Türkiye'nin 1952'de NATO'ya katılması, 1959'da başlayan Avrupa Birliği'ne katılma çabası liberal kaygılardan ve kimlik algısından ayrı düşünülemez. Güvenlik ve ekonomik menfaatlerine ek olarak Batılıların gözünde Türkiye'nin Batılı/Avrupalı kimliğini tescil ettirmek her zaman çok önemli bir dış politika hedefi oldu. Türkiye'nin içerideki liberal demokratik dönüşümünde Batılı uluslararası örgütlere üyeliğinin kritik öneme sahip olduğu biliniyor.

Uzun süre Türkiye'nin Batılı/Avrupalı kimliğini tescil ettirmek adına Ortadoğu'daki gelişmelerden uzak kalması gerektiğine inanıldı. Eğer Türkiye'nin Ortadoğu'ya müdahalesi derinleşirse, bu Türkiye'nin batılı, seküler ve demokratik karakterini tehlikeye atabilirdi. Türkiye'nin içeride seküler ve Batılı kimliğini pekiştirmesinin yolunun ülkenin dışarıda Batılı ve Avrupalı aktörlerin yanında yer almasından geçtiğine inanıldı. Bu bağlamda dış ve iç politika arasında kurucu bir ilişki oluştu. 1970'li yıllarda Türkiye'nin İslam Konferansı/İşbirliği Örgütü'ne üyeliği bağlamında yapılan tartışmaların ve bu minvalde öne sürülen itirazların temelde kimlik odaklı olduğunu hatırlamak gerekir. Bu liberal dış politika anlayışının tipik bir örneğidir. Realizmden farklı olarak liberalizm, dış politika kararlarının sadece dış gelişmelere göre alınmadığını iç kaygıların da etkili olduğunu varsayar. Dış politikalar iç politikaların uzantısıdır.

Soğuk Savaş sonrasında Türk dış politikası realizm ile liberalizm arasındaki yakın ilişkiyi sergilemeye devam etti. Bazı zamanlarda çıkarlar ve realpolitik hesaplar ön plana çıkarken başka zamanlarda değerler ve ahlaki endişeler öne çıktı. Önemli bir gözlem içeride güvenlik ve istikrar hissinin ön plana çıktığı zamanlarda Türk karar alıcıların dış politikada değerlere dayanan liberal dış politika yaklaşımını daha fazla benimsedikleridir. Öte yandan iç istikrarsızlık ve kaos dönemlerinde Türkiye daha reaktif ve temkinli bir dış politika izlemiştir. Böyle dönemlerde ulusal gündemi artan güvenlik endişeleri ve iç sorunlar belirlemiştir. Türkiye, değerlerini dışarıda uygulayacak uygun bir iklime sahip olmadığında ülkenin önceliği iç düzeni sağlamak olmuştur.

1990'lar Türk dış politikasında güvenlik endişelerinin zirveye çıktığı bir dönemdir. Maddi güç imkanları ve 'Soğuk Savaş'ın ortaya çıkardığı fırsat ve kısıtlar çoğu zaman Türkiye'nin dış politika tercihlerini belirlemiştir. İç güvenlik sorunlarının vahim ekonomik koşullarla birleşmesi reaktif, statükocu, içe kapalı bir dış politika anlayışına yol açmıştır. Bu dönemde Türkiye'nin dış ve güvenlik politikaları iç istikrarı güçlendirme ve toprak bütünlüğünü korumaya yönelmiştir. Dışarıda nereye bakılırsa bakılsa düşmanların görüldüğü, dış ve güvenlik politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında askeri ve dış işleri bürokrasinin çok fazla ön plana çıktığı bir dönemdir 1990'lı yıllar.

Aynı zamanda Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte liberalizmin Türk dış politika düşüncesine sızmaya başladığı da görülür. Özellikle 1990'ların ilk yarısında yeni bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya ve Kafkas ülkeleri nezdinde Türkiye'nin bir rol model olarak görülmesi ve Türkiye'nin bu yöndeki algıyı kuvvetlendirmek adına giriştiği çabalar önemlidir. Batılı aktörlerin Türkiye'ye yönelik ilgisi de Türkiye'nin Sovyetler Birliği sonrasında ortaya çıkan devletlere örnek olabilme kapasitesiyle yakından alakalı olmuştur. Soğuk Savaş sonrası ortamda Türkiye'nin ne yaptığından ziyade ne olduğu daha fazla önem kazanmaya başladı. Bu ülkelerin liberal demokrasin yönündeki dönüşüm süreçlerinde Türkiye'nin tecrübelerinin örnek olabileceğine inanıldı.

Genel olarak 1990'ların ortalarından 2003 yılına kadar Türkiye içeride kendi problemleriyle uğraşmak zorunda kaldı. Bu dönemde PKK terörü tırmandı, zayıf koalisyon hükumetleri ülkeyi yönetti ve pek çok ekonomik kriz yaşandı. Türkiye içişlerine odaklanmak zorunda kaldı ve daha reaktif bir dış politikayı benimsemek zorunda kaldı. Bu dönemdeki dış politika inisiyatiflerinin temel hedefi sistemik kırılmalar, bölgesel istikrarsızlık ve dış aktörlerle olan ilişkilerin Türkiye'nin iç istikrarına ve ekonomik kalkınma surecinin devamına olabilecek olumsuz etkilerini en aza indirmekti.