Türkiye'de sokağa çıkıp 'En iyi bildiğiniz şey nedir' diye sorsanız, sokaktaki vatandaşın büyük çoğunluğu yaptığı işi saymadan önce 'En iyi futbolu bilirim' diye yanıt verir.
Yani Türkiye'de herkes futbolu çok iyi bilir.
Tabii 'Ükedeki herkes işini iyi mi yapıyor, ya da yaptığı işi iyi biliyor mu' diye sorarsanız, o da ayrı bir tartışma konusu olur. Zaten herkes kendi işini iyi yapıyor olsaydı sanırım ülke olarak çok daha farklı noktalarda olabilirdik.
Bunun başlıca örnekleri de sosyal medyada mevcut.
Sosyal medyada örneğin; herkes en iyi doktor, herkes en iyi gazeteci, herkes en iyi teknik direktör, herkes en iyi mühendis.
Herkesin, her şey hakkında bir fikri ve yorumu mutlaka var.
Bizim ülkemizde hayatında kitabın kapağını açmamış insanlar, çocuklarına 'Neden kitap okumuyorsun' diye azar bile çeker.
O işi yapan uzmanına, yaptığı işi öğretecek kadar bilgili olduğumuzu bile düşünüyoruz. Bu konudaki en güzel örnek de futbolda verilir.
Maçın ertesi günü kahvelerde, esnaf dükkanlarında, sohbetlerde devamlı olarak teknik direktörler eleştirilir.
'Bu adam hoca değil ya' diyerek söze başlanır, hiç kaybetmeyen kadrolar oluşturulur.
Hatta oynamayan bir futbolcu için 'Bu adamı hoca neden oynatmaz' şeklinde yorumlar yapılır.
Halbuki bir teknik direktörün; oynatmadığı bir futbolcu yüzünden değil, oynattığı bir oyuncu üzerinden eleştirilmesi gerektiğini bile düşünmeyiz ya da düşünemeyiz.
İşte herkesin en iyi futbolu bildiği bir ülkede de, bir teknik direktör 3 maç kaybetti mi takımdan gönderilme riski ile karşı karşıya kalabiliyor.
Öncelikle istikrarın olmadığı yerde asla başarı beklenemez.
Ancak bizde istikrarın 'İ'si dahi yok. Alın size Kemerspor 2003 takımı. Fazla uzağa gitmeye de gerek yok.
Kaçıncı teknik direktör değişikliğine gitti ben bile hatırlamıyorum.
Parfüm değiştirir gibi hoca değiştirmekle futbol takımı yönetilmez.
Uzun vadeli planlar yapılıp bir hedef ortaya konmak zorunda.
Günü kurtarmakla başarı asla gelmez…
Ama biz akıllanıyor muyuz?
Hiç sanmıyorum…