Geçenlerde Kelbessos’taydım. Konyaaltı’nın üst kısımlarında bir antik kent... Termessos’un uç beyliği, Roma çağında ise bir garnizon yerleşimi... Görünce içiniz acır. Geçen sene de gitmiştim, o nedenle yaşanan talanın, yağmanın, yıkımın birebir tanığı sayılırım. Gözlerimle gördüm yani... Geçen sene Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu olarak öğrenci arkadaşlarla birlikte gitmiştik. Hatıra fotoğrafı çektirdiğimiz alan şimdi yok. Yerinde dev bir çukur var. Fotoğraf çektirdiğimiz alanın altında kalan ‘principia’ yapısına, yani antik çağların garnizon binasına tepeden bakmış, kenara fazla gitmesinler diye arkadaşları uyarmıştık. İkisi arasındaki kot farkı oldukça yüksekti yani... Düşebileceğiniz, düşerseniz de ciddi şekilde yaralanabileceğiniz bir yükseklik. Şimdi o yükseklik kalmamış. Alandaki çukurdan çıkardıkları hafriyat uçuruma doğru atılmış, zemin de bir insan boyundan fazla aşağıya doğru indiği için alanla, altındaki ‘principia’ binası neredeyse aynı seviyeye gelmiş. Fazla zorlanmadan yürüyerek inebilirsiniz artık.

Burnumuzun dibinde organize işler

Dahası var... Literatüre ‘Falluslu yapı’ diye geçen kalıntı, Kelbessos’un en ünik, en özgün ama işlevi henüz tam olarak tespit edilememiş binalarından biri. Askeri bir yerleşim olan, bölge ve yol güvenliğini sağlamak için kurulmuş bir karakol kent olduğu tahmin edilen Kelbessos’ta böyle bir binanın işlevine ilişkin tahminlerde bulunmak zor değil aslında. En büyük yağmaya da burada tanık olduk. Duvarları ve giriş kapısı ayakta olan yapının içine, en arka köşesine devasa bir kuyu açılmış. Yaklaşık 15 metre derinliğinde bir kuyu. Çıkan kayalar, taşlar da yapının içine doldurulmuş, bir tepecik oluşmuş. Adamlar resmen şantiye kurmuşlar antik kentte. Kayalık zeminde bu kuyuyu açmak için muhtemelen hilti kullanmışlardır. Bu da jeneratör kullandıkları anlamına geliyor. Ahşap direkler çatmışlar, kuyudan çıkan taşlar için bir çıkrık düzeni oluşturmuşlar belli ki... Günlerce çalışmışlar ya hu burada... Kamp kurmuşlar, yemişler içmişler, malzeme taşımışlar, hiltiyle delmişler, gelmişler, gitmişler. Kimse duymamış. En önemlisi devlet duymamış, muhtar duymamış, jandarma duymamış, hiçbir yetkili duymamış. Mümkün mü?

En çok yağmalanan kentlerden biri

Bir yıllık sürede bir antik kentin başına gelenleri, bizzat kendi gözlemlerimi aktarıyorum. Burası Antalya’nın en çok yağmalanan yerleşimlerinden biri... Antalya’da saldırıya uğramayan, risk altında olmayan yerleşim yok zaten. En iyi korunanlar bile yağmalanıyor, kaçak kazılar yapılıyor, hatta dinamitleniyor. Kelbessos’tan bahsetmişken bir detayı da atlamayayım. Kentin nekropol bölümündeki lahitlerden birinin önünde kocaman bir köstebek çukuru var. Köstebek dediğim, hırsız çukuru. Lahidin hemen önündeki podyumlu mezarı zaten parçalamışlar, podyumu zar zor seçiliyor, üstündeki lahitler ise kayıp. Öyle devasa bir çukur açmışlar ki bahsettiğim bu lahit de onun içine düştü düşecek durumda. Adeta tükürükle yapıştırılmış gibi duruyor. Her yağmurda altındaki toprak biraz daha kayıyor ve üstüne oturduğu zemin yok oluyor. Kuvvetli bir yağışta o defineci çukuruna yuvarlanıp gider, parçalanır. Şu an korumak, en azından önündeki çukuru kapatarak emniyete almak mümkün. Bu çok dillendirildi, hatta Ümit Işın da TRT’de yayınlanan ‘Anadolu Arkeolojisi’ belgesellerinde gündeme getirdi, korunması için başvurular da yapıldı fakat kimsenin harekete geçtiği, yerinden kıpırdadığı yok.

Hukuk tanımayan bir yağma düzeni

Yazımıza her ne kadar ‘Antalya’da büyük talan’ başlığı atsak da sadece bu kente değil, Türkiye’nin bütününe, Anadolu coğrafyasının tamamına yayılmış bir yağma bu. Neredeyse her gün yeni bir soygun, saldırı, kırıp dökme haberi geliyor. Sadece defineciler değil, bu eserlere ‘put’ muamelesi yapıp saldıran, kıran, döken, patlatan bir gerici, yobaz tayfası da peyda oldu son zamanlarda. Binlerce yıllık Hitit, Frig kaya kabartmalarına balyozla saldırıyor, dinamitle patlatıyorlar. Ülkedeki muhalif seslere, kendisi gibi düşünmeyene karşı aslan kesilen iktidar, bu büyük yağma karşısında ise kulağının üstüne yatıyor. Öylesine söylentiler geliyor ki kulağımıza, eskiden olsa şaşırırdık ama artık şaşırmıyoruz. Hele ki Phaselis’te yürütmeyi durdurma kararı olmasına rağmen mahkemeyi bile dinlemeden inşaatlara devam eden bir iradenin, kültürel mirası, arkeolojik değerleri, tarihi alanları korumak, kollamak gibi bir duygusu olamaz. Bilinci demiyorum, duygusu diyorum. Yani geçtik kültürel bilinci, tarih algısını filan, duygudan, histen, hevesten bahseder olduk; o bile yok. Bu ülke bizim evimiz ve evimiz yağmalanıyor.