2000'lerin ilk yarısında Türkiye'nin temel endişesi Amerika'nın Irak'ı işgali sonrası istikrarsızlaşan Ortadoğu bölgesinin Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit edebilecek olması ve Türkiye ile Batılı ortakları arasındaki güvenlik algılamalarının giderek farklılaşmasıydı. Irak'ta Saddam rejiminin sona ermesi ve Kürt milliyetçiliğinin belirgin hale gelmesi en önemli güvenlik endişesi haline geldi.
Bu realist güvenlik endişelerine paralel olarak 2000'li yıllarla birlikte Türkiye'nin kimliği de Türk dış politikasında belirleyici olmaya başladı. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu, İslam'ın Batılı liberal demokratik değerlerle başarılı bir şekilde kaynaşabildiği bir ülke olması Türkiye'nin dış politikasında kullanılan bir araca dönüştü. Başka ülkelerin iç işlerine karışmadan onların benzer değerler etrafında dönüşümlerinde Türkiye'nin örnek bir model oluşturabileceği tezi sıklıkla dile getirildi. Ak Parti hükümetlerinin 2000'li yıllarda Ortadoğu bölgesine yönelik takip ettiği dış politika özünde Avrupa Birliği değerleriyle uyumlu liberal bir anlayışı yansıttı. Dış politika kararlarının alınmasında seçilmiş sivillerin atanmış bürokratlardan daha etkili hale geldikleri ve dış politika çıkarlarının uygulanmasında kültürel, ekonomik ve diplomatik araçların askeri araçlara göre daha fazla kullanıldıkları bir zaman dilimidir 2000'li yılların ilk on yılı. Türkiye'nin ekonomik olarak güçlü ve siyasal olarak istikrarlı bir ülke olmaya başlaması Türk dış politikasında değerler ve normlara yapılan vurguyu güçlendirdi. Bu süreçte iş dünyasının çıkarları Türk dış politikasının şekillenmesinde etkili oldu. Türkiye'nin Batı tarafından İslam'ın radikal ve İran versiyonlarına karşı bir panzehir olarak sunulduğu özel uluslararası konjonktür ve içeride artan kendine güven Türk dış politikasında değerlere yapılan vurgunun görünür hale gelmesini mümkün kıldı.
* * *
11 Eylül saldırıları ve Amerika'nın Irak işgalinden sonra kökünden sarsılan Ortadoğu'da Türkiye'nin eşsiz kimliği ve bölge ülkeleri için rol model olabilme potansiyeli daha çok dillendirilir oldu. Ortadoğu'daki ülkelerin küresel siyasi ve ekonomik sisteme meşru aktörler olarak katılmaları yolunda Türkiye'nin doğrudan örnek olmasa bile bir esin kaynağı olabileceği daha fazla ifade edildi. Bu noktada, Türkiye'nin rol model olmasının temel olarak Batılı aktörler tarafından enstrümantal bir şekilde dile getirildiğinin altını çizmek gerekir. Batılı güçler Ortadoğu'da kendi güvenlik menfaatlerini başarabilmek için Türkiye'yi daha değerli görmeye başladılar.
* * *
Diğer taraftan, Türkiye'nin Batılı ve bölgesel aktörler tarafından önemli görülmesi dış politikada değerlere ve kimliğe yapılan vurgunun içeride pek çok çevre tarafından aynı şekilde kabul gördüğü anlamına gelmez. Ak Parti hükûmetlerin Türkiye'nin kimliğinin tanımlanmasında İslami ve Ortadoğulu unsurlara daha fazla referans yapıp Türkiye'nin Osmanlı geçmişinin altını çizmesi, kendini Batılı ve laik olarak tanımlayan çevreler tarafından Cumhuriyetin kurucu değerlerine aykırı bulundu. Bu konuda ulusal ölçekte bir fikir birliği olmaması Ak Parti hükümetlerinin Türk dış politikasını değerler ve normlar üzerinde yeniden tanımlama çabalarında sorunlar yaşamasına neden oldu. Örneğin Büyük Ortadoğu Projesi'ne Türkiye'nin katılımı konusu ülke içinde ciddi şekilde tartışıldı ve bu tartışmalar çoğunlukla ulusal kimlik ve değerler üzerinden sürdürüldü. Her şeye rağmen AB üyelik sürecinin olumlu şekilde seyrettiği bu zaman diliminde ülke içinde Türkiye'nin ulusal kimliğinin tanımlanmasına yönelik tartışmaların ivme kazanması özünde Türkiye'nin liberal demokratik dönüşüm süreciyle uyumlu bir gelişmedir.
* * *
Arap Baharı öncesinde Ak Parti hükümetleri Ortadoğu'da AB tarzı güvenlik topluluklarının güçlenmesine katkı vermek adına liberal bir dış politika çizgisi takip etti. Türkiye Ortadoğu'da kendi değerlerini paylaşmayan ülkelerle stratejik veya işbirliğine dayalı ilişkiler kurmaktan çekinmedi. Bu rejimlerin iç karakterleri samimi ilişkiler kurmayı engellemedi. Hatta karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkiler kurmanın bu ülkeleri Türkiye'nin yolunu takip etme konusunda teşvik edeceğine inanıldı. Suriye ve İran'la geliştirilen ilişkiler bu anlayışın en güzel örnekleridir.
Bu dönemde Türkiye, kalıcı bölgesel sorunların çözümünde tarafsız ve eşitlikçi bir tutum benimsemeye azami özen gösterdi. Belli bir dünya görüşünü dayatmak veya kutsamak yerine Türkiye bölgesinde karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkilerin mümkün olduğunca çok alanda gelişmesine öncülük etmeye çalıştı. Anarşik sistemde işbirliğinin mümkün olduğu ve uluslararası ilişiklerin ulus ötesi işbirliklerini gerektirdiği gerçeğinin bilicinde olan Türkiye'nin bu dönemdeki amacı, işbirliği ve karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkilerin oluşması önündeki engellerin azaltılmasına yardımcı olmak, güven seviyesini arttırmak ve bölgesel sahiplik hissinin güçlenmesine yardımcı olmaktı. Bu özünde negatif liberal bir dış politika yaklaşımıydı.
* * *
Arap Baharı'nı önceleyen dönemde Türkiye'nin Ortadoğu'da takip ettiği komşularla sıfır sorun odaklı komşuluk politikalarının Çin'in 'barışçıl yükselme/kalkınma' stratejisine benzerliği dikkat çekicidir. Buna göre, Türkiye'nin istikrarlı ve barış üretir bir bölgesel ortam yaratılmasına yardımcı olma kaygısı temelde Türkiye'nin içerideki ekonomik kalkınma ve liberal demokratikleşme sürecini sürdürebilmesini hedeflemekteydi.
Dış politika angajmanları içeride güvenliksizleştirilmiş bir siyasal çerçeveyi oluşturmayı ve seçilmiş Ak Parti hükûmetlerinin meşruiyetlerini güçlendirmeyi amaçlamaktaydı. Başka şekilde ifade edecek olursak içerideki güvenliksizleştirme sürecinin tamamlanabilmesi için dışarıda Türkiye'nin komşularıyla olan ilişkilerinin de bir an önce güvenliksizleştirilmesigerekiyordu. Bu ancak dış politikada yumuşak güç enstrümanlarının benimsenmesi ve Türkiye'nin komşularının potansiyel düşmanlardan potansiyel dostlar ve ortaklara dönüşmesiyle mümkün olabilirdi.
Bu dönemde Türk dış politikası bölgede yeni bir düzenin kurulması ve demokrasi teşviki adına aktif adımlar atmak yerine 'örnek olmak' fikri üzerine oturmaktaydı. Bu dönemde Türkiye dış gelişmelerin kendi istikrarı ve barışına negatif etkilerini ortadan kaldırmaya odaklanarak var olan rejimlerle iş birliğine dayalı ilişkiler geliştirmeyi önemsedi. Türkiye komşu ülkelerin yöneticileriyle halkları arasında bir tercih yapmadı. İlk bakışta bu yaklaşım realist dış politika çizgisiyle uyumlu gibi görünüyor. Ancak yakından bakıldığında liberal etkilerin giderek ivme kazandığı görülebilir.