ASLA VAZGEÇME…
Vazgeçtiğiniz an, kaybettiğiniz andır. Hayat öyle bir mücadeledir ki, bu mücadele hiçbir zaman bitmez ve bitmemeli de. Çünkü mücadele ne zaman biterse hayatta biter. Kaybedenler erken pes edenlerdir. Ne zamana kadar mücadele etmeliyiz sorusunun cevabı ise hedefe ulaşıncaya kadardır. Aksi halde hep kaybedenler sınıfında yer alırız. Bahanelere, mazeretlere sığınmadan asla vazgeçmeden koşmalıyız. Yoksa Erdal Demirkıran’ın aşağıdaki hikayesinde olduğu gibi mutlu son, hayalden öte gidemez.
Gözlerini açtığında çölün tam ortasındaydı. Fidye için yanlış adamı kaçıran mafya, sanki intikam almak istercesine genç ve suçsuz adamı, çölün ortasında ölüme terk edip kaybolmuştu. İnanılır gibi değildi. Epeyce bir şaşkınlıktan sonra düşünmeye başladı genç adam. Aklına henüz dördüncü sınıfa giden on bir yaşındaki oğlu geldi. Oğlu uzaktaydı ve yaşadıkları kasabada yapayalnızdı.
Geçen yıl bir trafik kazasında karısını kaybetmişti. Oğlu için, onun geleceği için yaşamak zorunda olduğunu biliyordu. Bunları düşününce yüzünde bir intikam ifadesi oluştu. Bekle beni yavrum geliyorum, senin için yaşayacağım seni asla yalnız bırakmayacağım dedi…
Güneşin battığı yöne doğru yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü… Aç ve susuz tam üç gün yürüdü. Umutları bitmek üzereydi. Üç gündür bir vahaya ulaşamamıştı. Kararlıydı, yavrusuna kavuşacaktı, vazgeçmemeye yemin etti. Yürüdü. Büyük bir inançla yürüdü. Susuzluktan çatlayan dudaklarından akan kanı eme eme yürüyordu…
Birden muhteşem bir şey oldu ve bir vaha gördü, yaklaştı. Kurtuldum, geliyorum yavrum diye diye koşmaya başladı. Vahanın yanına geldi, su diye elini daldırdığı şeyin kavurucu sıcağı adeta bir serap tokadı savurdu adama. Lanet olsun dedi ve yürümeye devam etti. Kısa bir süre sonra yeniden bir vaha gördü. Ağaç, çiçek, su, her şey vardı. Yine koştu. Bu seferki kesinlikle vahaydı. Ama yaklaşınca çöl sağır edercesine yüksek bir sesle bağırdı: Ben bu kadar cömert değilim, serap görüyorsun seraaap! Genç adam yılmadı, yıkılmadı. Yine yürüdü. Oğlu bir an bile çıkmıyordu aklından… Tekrar bir vaha gördü, koştu koştu ve yüzüstü suya atladı. Ağzına dolan kumlar yine serap diye bağırdı. Hiç hali kalmamıştı ama her gördüğü vahaya koşuyordu, her seferinde serap olsa da…
Artık beşinci gün de bitmişti. Sürünerek gidiyordu oğluna, yeniden bir vaha gördü. Kumlara tutuna tutuna gitti. Bu kaçıncı seraptı Allah bilir… Hızı tamamen biten genç adam artık sürünemiyordu bile. Yeniden bir vaha gördü. Biraz daha gitti, biraz daha süründü. Güçlükle şunları mırıldandı: Beni affet oğlum gelemiyorum. Biliyorum bu da serap, bir sonraki de. Elveda!
Kendini güneşin eriten sıcağına bıraktı ve teslim oldu. Kısa bir süre sonra öldü. Ertesi gün aynı yerden bir kervan geçti. Kervanın kılavuzu genç adamın cesedini buldu ve şöyle seslendi: Su içmeyi bırakın da çabuk buraya gelin. Burada bir ölü var.
Suya on metre kala susuzluktan ölmek kim bilir ne acıdır, ama ölen hiçbir zaman bunu bilmez.
İşte böyle, yeni nesillere öğretilmesi gereken en önemli özelliklerden biri de budur. Asla vazgeçmemeyi, pes etmemeyi öğretmektir. Aksi halde yolundan kısa sürede dönen, vazgeçen nesillerle bir yere varılamaz. Mücadele ruhu ile beslenen yeni nesiller dileğiyle…