Yerel seçimler kapıda duruyor. Kongre süreçlerini tamamlamaya çalışan partiler yaklaşan yerel seçimler öncesi kendilerini hazırlama, dizayn etme, yenileme derdinde. Bu sürecin devamında da partilerin yerel yönetim adayları görücüye çıkacak. Adaylık durumu partilerin kongrelerde nasıl şekillendiğine de bağlı… Mevcut belediye başkanları ya da aday olmayı planlayanlar, il ve ilçe yönetimlerinin kendilerine yakın olması için çaba harcıyor. Arı kovanına el sokma gerekçeleri bu. Partiler vitrinlerini yapacak, seçmen de sandığa giderek tercihte bulunacak. Her seçimde böyle oluyor. Seçmen elinde mühür, caddede vitrinlere baka baka yürüyor, kimi beğenirse ona oy veriyor. Vaatler var, ama talepler yok. Daha doğrusu, talepler örgütlü değil. Partiler, adaylar vaatlerini sıralıyor, fakat seçmenin talepleri belirsiz. Tutturan, yakalayan oyu kapıyor. Etken değil, edilgen bir ilişki. Seçilen etken, seçmen edilgen…
Toplu taşıma rant kapısı olamaz
Bu seçimde öyle olmasa, taleplerimizi dillendirmeye, alt alta sıralamaya başlasak ve siyasetçiler de bu çerçevenin içinde konuşsa. Örneğin ben kamucu bir belediye, halkçı bir yönetim istiyorum. Antalya ulaşımı, bir süredir özel halk otobüslerinin tehdidi altında. “İstediğimizi vermezseniz kontak kapatırız, trafiğe çıkmayız” diye tehditler savurup, belediye yönetimlerine şantaj yapıyorlar. Belediye başkanları ya da yöneticileri halkın otobüs parasını cebinden karşılamıyor. O para vatandaşın cebinden çıkıyor. Bu kısır döngünün, deli gömleğinin, halk düşmanlığının tek çaresi kamuculuktur. Büyükşehir Belediyesi yeni otobüsler almaya başladı. Bunların sayısı daha da artmalı ve özel halk otobüsü denilen uygulama rafa kalkmalıdır. Çünkü eğitim, sağlık, güvenlik, mezarlık, ekmek, su gibi temel bir hak, temel bir görev olan toplu ulaşım özel sermayenin, esnafın oyuncağı olamaz; onların iki dudağı arasına terk edilemez. Belediye hizmeti, vatandaşın doğumundan ölümüne kadar bütün ömrünü kapsar ve hiçbir belediye bunun bir bölümünü başkalarına devredemez, özelleştiremez, rant kapısı haline getiremez.
Sahiller halkın elinden alınmasın
Belediyeler, kamunun hak ve hukukunu da sonuna kadar korumakla mükelleftir. Yasa diyor ki, “sahiller, kıyılar kamunundur”. Yani halkındır, senindir, benimdir, hepimizindir. Bu yaz başlayan ve yayılan ‘havlu hareketi’ bu hakka, bu hukuka, bu ilkeye dikkat çekti. Kıyılar özelleştirilemez. Kimseye peşkeş çekilemez. Bir vatandaş gelip oraya havlusunu serdiğinde, kimse başına dikilip kaldıramaz. Haydutluk, çakallık yapamaz. Mafyacılık oynayamaz. Hiçbir şahıs halkın malına çökemez. Belediyeler bunun güvencesidir. Belediyeler, yerel yönetimler, plajları halka açık tutmak ve vatandaşın denize girmesini, güneşlenmesini, kumsaldan yararlanmasını sağlamakla yükümlüdür. Tabii bu sadece belediyelerin değil, yargı mekanizmasının, emniyet güçlerinin, ilgili kurumların, bakanlıkların, yani devletin temel görevi. Örneğin savcılar o sahili korumak zorunda. Polis öyle, zabıta öyle, turizm müdürlüğü öyle, vergi dairesi öyle, tapu idaresi öyle…
Şu trafik derdi bir türlü çözülmedi
Üçüncü bir konuyu daha kayda geçip, diğer taleplerimizi önümüzdeki yazılara bırakalım. Nedir üçüncü konu? Trafik… Artık sadece ana arterler değil, kentin neredeyse bütün kavşakları, irili ufaklı caddeleri, yan yolları da tıkanıyor. Bir de tuhaf bir tıkanma bu. Ansızın tıkanıp, ansızın açılıyor mesela. Yabancı araçların da yoğunlaştığı, yabancı bir nüfusun şişirdiği bir kent haline gelen Antalya’da trafik konusunda, yolları rahatlatmak, yeni yollar açmak konusunda acil projelere, önlemlere gereksinim var. Trafik polisleri ortalıkta görünmediği için caddeler, ana yollar, arterler otopark haline gelmiş durumda. Yolların işleyen bölümleri neredeyse tek şeride iniyor. Peki trafik polisleri nerede? Kent dışında, çevre yolları üzerinde ceza avında… Bütçeye önceden eklenmiş olan trafik cezası gelirini tahsil etme peşindeler. Kentler ise kaderine terk edilmiş durumda. Bir tane bile düdük çalan görevli yok. Bunu da bir talep olarak ekleyelim.