Antalya, tarih boyunca doğal güzellikleri ve uygun iklim özellikleri ile bir çok medeniyetin ana yerleşim yerlerinin başında gelmiş kadim bir şehir. Bu medeniyetler de yaşadıkları dönemler boyunca bir çok yapı inşa etmişler. O dönem kısıtlı teknoloji ve iş gücüne rağmen bin bir zorluk ile inşa edilen bu yapıların birçoğu Antalya’da ayakta kalmayı başardılar. Ancak bu başarılarına kıyasla hak ettikleri şöhreti bir türlü elde edemediler. İşte o yapılardan birisi de Aspendos Köprüsü veya bilinen ismiyle Belkıs Köprüsü...
TURİZME KAZANDIRILMALI
Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın oğlu Sultan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev tarafından 1239-1240 yıllardında inşa edildiği tahmin edilen Selçuklu dönemine ait köprü Antalya şehir merkezine 40 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Şehir merkezinden çıkan bir kişinin aracı ile 40 dakikada ulaşabileceği köprü yakınlığına rağmen oldukça az kişi tarafından biliniyor.
Antalya’nın her yıl on milyonlarca turisti ağırladığı düşünüldüğünde, şehir merkezine, dolayısıyla otellere oldukça yakın olan köprünün turizme kazandırılması ekonomik anlamda da büyük önem taşıyor. Ancak tarihi köprü ve çevresi bakımsız hali ile dikkat çekiyor. Çevresinde bir işletme de bulunmayan tarihi yapı, Serik’te bulunan Köprüçay üzerinde tüm heybeti ile yüzyıllara meydan okumaya devam ediyor.
İŞTE BELKIS KÖPRÜSÜ HAKKINDA BİLİNMEYENLER
Aspendos Akropolü’nün 2 kilometre güneyinde ve Köprüpazar Çayı üzerinde yer almaktadır. Yayınlara “Köprü Pazar(ı)”, “Köprü Çayı”, “Sultan Alâeddin” ya da “Belkıs” köprüsü gibi çok çeşitli adlarla geçen bugünkü yapının yerinde, daha önce, M.S. 4. yüzyılın başlarında inşa edildiği tahmin edilen bir Roma köprüsünün bulunduğu, söz konusu yapının muhtemelen yörede vukû bulan depremler sonucunda yıkılıp 13. yüzyıla bir kalıntı halinde ulaştığı ve Selçuklu çağında, aradan geçen yüzyıllar boyunca nehir yatağının değişmesi sonucu oluşan topoğrafik zaruretler dikkate alınarak, eski kalıntılardan da âzami ölçülerde yararlanılmak suretiyle, yeni rampa ve tabliyelerle tâhkim olunmuş şimdiki köprünün inşa edildiği bilinmektedir. Söz konusu köprünün, bundan sonra da çeşitli kereler onarıma marûz kaldığı anlaşılmaktadır. Nitekim, Antalya’daki Murad Paşa Camii’nin de bânîsi olan Murad Paşa’nın 1574 tarihli vakfiyesinde, vâkıfın İstidos nehri üzerindeki köprünün tâmiri için kendi malından para tahsis ettiği yazılıdır. Eğer vakfiyede sözü edilen İstidos nehri, Aspendos’un galatı olarak kullanılmış ve bu nehir üzerindeki şimdiki köprü kastedilmiş ise, bu husus, yapının 16. yüzyılda onarıldığı anlamına gelebilir.
Diğer taraftan, bugün 7 gözden ibaret olduğu halde, 17. yüzyılda Evliyâ Çelebi’nin “Nehri Ulusu”dan bahsederken, köprüden “…bu dahi şark tarafında Hamid dağlarından gelüb bu mahalde Sultan Alâüddinin on bir göz cisri azîmi…” olarak bahsetmesi, aradan geçen süre içerisinde köprünün bir bölümünün yıkıldığı anlamına da gelebilir. Hâlihazırda kuzey-batı güney-doğu yönünde uzanan köprü, 225 metre uzunluğunda olup, tabliye genişliği 5.20 metredir. Köprünün su aşan sivri kemerli beş gözü, farklı genişlik ve yüksekliktedir; sivri kemerli diğer iki kemer gözü ise, güney-doğu kanatta ve kara tarafındadır. Menba cephesinde ve su içindeki dört kemer ayağı, mahmuz şeklinde nihayetlenen masif taş ampatmanlara oturmaktadır; bunlardan kuzey-batı yönündeki ilk kemer ayağında üçgen prizmal gövdeli ve üçgen piramidal külâhlı bir selyaran bulunur. Diğer kemer ayaklarındaki selyaranlar, üçgen prizmal formlu birer istinat duvarı halindedir. Mansap cephesindeki selyaran topukları ise farklı form ve ölçülerdedir. Köprünün inşa kitâbesi, mansap cephesinde ve kuzey-batı kanattaki ilk kemer ayağının tempan duvarı üzerindeki korkuluktadır; zamanla eksilen kitâbenin yeniden ele alınması sonucunda, köprünün, Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın oğlu Sultan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev tarafından 1239/40 yılında inşa ettirildiği kanıtlanmıştır.
Çok az sayıda kişinin bilip görmeye geldiği Belkıs Köprüsü, ancak birkaç yerli turistin ve bir elin parmağını geçemeyecek sayıda yabancı misafirin anılarında yer edebiliyor. Köprü, üzerinde bulunduğu Köprüçay’ın da güzelliğine rağmen turizme kazandırılmamış, Antalya’nın ve Türkiye’nin gizli kalmış hazinelerinden biri olarak yüzyıllardır yaptığı gibi tüm heybeti ile ayakta kalmaya devam ediyor.