Bingöl, yüzyılların gizemini taşıyan, dağların ve vadilerin göğüslediği bir toprak parçası. Bu topraklarda her taş, her dağ, her rüzgar bir başka zamanın öyküsünü anlatıyor. Yüzyıllar önce, insanlar bu topraklarda ilk adımlarını atarken taşları yontarak yaşamlarını kuruyor, göçebe hayattan yerleşik hayata geçmeye çalışıyordu. Zaman içinde büyük medeniyetler Bingöl'ün bu verimli topraklarına adım attı. Hititler, bu bölgeyi bir güç merkezi olarak sahiplendi. Onların gözü dağların tepe noktalarına yerleşti. Sonra Urartular geldi. Urartular, cesur ve savaşçı bir halktı. Bingöl’ün yüksek dağları onlara bir kalkan, derin vadileri ise bir sığınak oldu. Bu topraklarda kaleler inşa ettiler, köprüler kurdular. Her yapı, her iz, Urartu kültürünün bir parçası olarak geleceğe miras kaldı. Daha sonra, Medler bu topraklarda varlık gösterdi. Asya'nın batısında büyük bir imparatorluk kuran Medler, Bingöl’ü kendi topraklarına katarken buradaki insanlara yeni bir düzen getirdi ancak bu düzen fazla sürmeden Persler tarafından sarsıldı. Pers İmparatorluğu, Bingöl’ün dağlarına hükmetti. Her yeni gelen uygarlık, Bingöl’ün köylerine ve kasabalarına kendi izini bırakırken bu topraklar her zaman farklı kültürlerin ve medeniyetlerin birleşim noktası oldu. 

0X0 Il Il Eski Turkiye Fotograflari 1525115351470
Bingöl’ün kaderi, Büyük İskender’in fetihleriyle bir kez daha şekillendi. Makedonya’dan gelen İskender, Bingöl’ü geçerken toprakların üstünde adeta bir damga bıraktı. İskender’in ardından Bingöl, Roma İmparatorluğu'na da ev sahipliği yaptı. Roma İmparatorluğu, sınırlarını genişletirken Bingöl’ün dağlarına ve vadilerine, bu topraklar Roma'nın askeri gücünün parçası oldu. Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinin ardından bölge Bizans hakimiyetine girdi. Bizans İmparatorluğu'nun izleriyle Bingöl bir kez daha farklı bir kimlik kazandı. Bizans’ın gücü sarsıldığında, Araplar bu topraklara adım attı ve Bingöl, İslamiyet’in yayıldığı bir bölge haline geldi. Yüksek dağlar, her zaman olduğu gibi, birer kalkan gibi korudu bu toprakları. Anadolu’nun kapıları Türklere açıldıktan sonra Selçuklu Türkleri bu bölgeyi kendi topraklarına kattı. Bingöl, bir yandan Selçukluların izleriyle şekillenirken diğer yandan Türklerin yeni yurdu oluyordu. Selçuklular’ın büyük imparatorluğu zamanla zayıfladı fakat Bingöl’deki yaşam hiç durmadı. Beylikler dönemi başladı. Çobanoğulları Beyliği, Bingöl’ü kendi topraklarının parçası haline getirdi ve topraklar bir kez daha büyük değişimlere sahne oldu.

Bingol 1965
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselmesiyle Bingöl, Osmanlı’nın kalbinde önemli bir yer edindi. Osmanlılar, bu toprakları fethederek bir sancak haline getirdi. Osmanlı’nın büyük imparatorluğu içinde Bingöl, sadece askeri değil, kültürel ve ekonomik bir merkez haline geldi. Yüzyıllar boyunca tarım, hayvancılık, el sanatları ve yerel zanaatlar gelişti. O zamanlar camiler, medreseler, hamamlar ve köprüler yükselmeye başladı. Her bir Osmanlı yapısı, Bingöl’ün tarihini bir adım daha ileriye taşıdı. Bingöl, Osmanlı'nın geniş sınırları içinde büyürken halkı da kendi geleneklerini yaşatıyordu. Cumhuriyet’in ilanıyla önce Elazığ’a ardından Muş’a bağlı bir ilçe halini aldı. 1936 yılında Çapakçur adıyla il oldu. 1945 yılında ise Çapakçur adı bugün kullandığımız Bingöl adıyla değiştirildi. 1980’lerin zor yılları, Bingöl için farklı bir sınav oldu. Terör ve güvenlik sorunları, bölgedeki yaşamı derinden etkiledi. Buna rağmen, Bingöl halkı bu zor dönemde direndi, köyler ve kasabalar birer kale gibi ayakta durdu. Bingöl, tarih yolculuğunda, her türlü zorluğa karşı dimdik ayakta kalmaya devam ediyor.

PEKİ, BİNGÖL İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Her köşesinde bir efsanenin yankılandığı, her dağının bir hikaye anlattığı bu topraklar, tarih boyunca birçok medeniyetin egemenliğine girdi. Bingöl’ün adı da bu uzun geçmişin izlerini taşıyor. Bingöl’ün adı, bir zamanlar ‘Çevlik’ idi. Çevlik, halk arasında ‘Çolig’ olarak da anılıyordu. Bu ismin, dere kenarındaki bağlık ve bahçelik alanları anlatan eski Anadolu kelimelerinden türetildiği söyleniyor. Gerçekten de Bingöl’ün eski yerleşim yeri olan Çevlik, bugün Çapakçur Suyu’nun çevresinde yer alan yeşil ve verimli bir ova üzerine kuruldu. Yıllar geçtikçe isimler değişti ancak ‘Çolig’ kelimesi, köylüler arasında, özellikle kırsal kesimde hala sıkça duyulmaya devam ediyor. Bingöl’ün hikayesinin bir başka dönemi ise 1872 yılına kadar uzanıyor. O zamanlar bu topraklar, Palu ilçesine bağlı bir bucaktı. 1872’de ise ‘Çapakçur’ adıyla ilçe statüsünü kazandı ve uzun yıllar bu isimle anılmaya devam edildi. Daha sonra Çapakçur’un adı Bingöl olarak değiştirildi. 1936 yılında, Çapakçur, il haline geldi ve 1945 yılına kadar bu isim kullanılmaya devam etti. 1945’te ise bir değişim yaşandı ve şehir, bugün bildiğimiz ismiyle ‘Bingöl’ olarak anılmaya başlandı.

Kigi Camii Bingol

Çapakçur adının kaynağı ise Büyük İskender’in zamanına kadar uzanıyor. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Bingöl’ün eski ismi olan Çapakçur’un, Büyük İskender tarafından verildiğine dair bir rivayete yer veriyor. Hikaye şöyle anlatılıyor; Büyük İskender, bir gün başındaki iki boynuzun acısına dayanamadı ve bu ağrıyı dindirebilmek için bir çözüm aramaya başladı. Defalarca doktorlara başvurdu ama bir türlü çözüm bulamadı. Sonunda, efsaneye göre, ab-ı hayatı aramaya karar verdi. Yola koyuldu ve sonunda bir pınardan içtiği su sayesinde, hem ağrılarından kurtuldu hem de başındaki boynuzlardan sıyrıldı. Bu suyu içtikten sonra, suyun kaynağına bir kale inşa ettirdi. Bu kaleye ‘Çapakçur’ adı verildi. Çapakçur, o günden sonra sadece bir yerleşim yeri değil, aynı zamanda bir öykünün, bir kahramanın anısının yaşadığı yer oldu. Bugün kullandığımız ‘Bingöl’ adı ise aynı ismi taşıyan bir dağdan, yüksek ve beyaz doruklardan geliyor. Bu dağın zirvesinde, irili ufaklı yüzlerce buzul gölü bulunuyor. Bu göller, dağların en yüksek noktalarına yerleşip zamanla çevresindeki şehre adını verdi. 
 

Muhabir: YUSUF ÖZTÜRK