Bir eski tüfek gazeteciye rasgeldim geçen gün.
Bakmayın her lafın arasına ‘Yaşlandık,artık hiçbir şey eskisi gibi değil’ diye sıkıştırsa da, kütüklügünde atacak çok fişeği var.
Benden çok hazzetmedi biliyorum.
Onlar kendi dünyalarını kurmuşlardı bu şehirde.
Kırk kere ‘Ya abi bak şu Sultan Dağlarının şu yüzü senin,
öteki benim anamın köyü/
Dağlar, dağlar dağların altı bahçe /
bahçelerde kiraz!...’ desem de beni çok sevemedi….
……
O bana yazdı, ben ona…
Çünkü kendi söylemidir, ‘Yazarsan yazarlar!...’
Yanında bir laf et, kırk sayfalık öykü çıkartır.
Benim yanımda bu yazılmasın demeyin yazarım der…
Bunu bilen herkes yazdırmak istediklerini uluorta söylerler sonra ‘Aman abi!...’ derler.
…..
Kırdı, kırdım.
Üzdü, üzdüm…
Ama bir gün bile ona karşı saygısızlık etmedim,
Karşısında bacak bacak üstüne atıp oturmadım,
Toplantılarda sonradan geldiyse yer verdim,
Masanın ucuna ilişmesine gönlüm hiç razı gelmedi.
Ayrı düştük, taraf olduk.
Kabzımalların gazeteciliğe,
Gazetecilerin, gazetelerini yayınını sürdürmek için çorbacılığa soyunduğu günlerde onu diline dolayanın dilini kopardım!
Bilirdim elinden başka iş gelmez,
Bilirdim kaleminden başka serveti yok.
Bilirdim benim üç beş sene önden gidenim.
Yani bendim….!
…..
Bir bahar günü ‘Hep böyle küs mü kalacağız, ver elini ‘ dedi, kapattık geçmişi.
Şimdi selamlaşıyor, muhabbet ediyoruz.
Oysa ağzımızı doldura doldura ana avrat birlikte söveceğimiz kaç deyyus, kaç godoş, kaç dümbük,ekmeksiz, hain ve de kulampara varmış!...