Bir Koronavirus hikayesi

Koronavirus salgını bütün dünyanın başındaki en büyük sorun şu an. Virüsten etkilenmeyen ülke yok gibi. İster virüsün ilk görüldüğü yer Çin olsun, isterse en yoğun ölümlerin yaşandığı İtalya, hemen herkes seferberlik halinde elinden geleni yapıp virüsün ekonomiye ve diğer alanlara olabilecek olumsuz etkilerini azaltmaya çalışıyor.

Bu bağlamda en ilginç tartışmalardan biri virüsün ve ona karşı verilen mücadelenin küreselleşme ve ulus devletin geleceğini nasıl etkileyebileceği üzerine yaşanıyor.

Virüsün sınır tanımazlığı ve çok kısa sürede dünyanın birçok farklı ülkesinde görülmesi küreselleşme sürecinin temel dinamiklerine karşı olan itirazları yoğunlaştırmış durumda. Zaman ve mekandan kaynaklanan engellerin kalkmasıyla insanların, malların, sermayenin, hizmetlerin ve teknolojinin hızlı bir şekilde ülkeler arasında dolaşımını ima eden küreselleşme artık daha fazla sorgulanıyor. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi, dünyanın bir ucunda ortaya çıkan ekonomik kriz, doğal felaket ya da insanı dram çok hızlı bir şekilde dünyanın diğer yerlerine de yayılıyor. Bu süreç zarfında devletlerin dış gelişmelerden hızlı ve yoğun bir şekilde etkilenmeleri, kendi kaderleri üzerinde tam söz sahibi olamamaları ve başkalarına aşırı bağımlı hale gelmeleri onları zayıflatıyor. İkincisi, küreselleşme süreci küresel tedarik zincirlerinin merkezinde yer alan ve bu zincirin akışına yön veren devletleri güçlendirirken, diğerlerini adeta içeriden çürütüyor ve çok fazla dışa bağımlı hale getiriyor.

Koronavirus bağlamında gördük ki Çin ekonomisindeki ciddi bir yavaşlama diğer ekonomileri de yavaşlatıyor. Dünyanın genelinde eşzamanlı olarak arz ve talep daralması yaşanıyor şu an.

Virüsün geriletilmesi bağlamında hayata geçirilen sokağa çıkma yasağı, sosyal mesafe koyma, karantina ve benzeri uygulamalar ekonomik daralmalara neden oluyor. Küreselleşmenin olumsuz etkilerini yok etmek için alınan ulusal tedbirler belki insan ve toplum sağlığını koruyor, ama aynı zamanda daha fazla ekonomik daralmaya neden oluyor.

Son zamanlarda birçok farklı ülkede güçlenen aşırı sağ ve aşırı sol popülist hareketler bu süreçte daha da zemin kazanacaklar. Yabancıların varlığına şüpheyle bakan, egemenliğin devlet dışı aktörlerle paylaşılmasını eleştiren, çok-kültürcülük ve evrenselleşmecilik karşıtı siyasi eğilimler güçlenecek.

Bireylerin rasyonel hareket eden tüketiciler olduğunu iddia eden neoliberal söylem, bireylerin fiziksel güvenliklerini her şeyin üstünde gören sosyal varlıklar olduğunu iddia eden söylem karşısında zemin kaybedecek. Hayatta kalmak dürtüsüyle hareket eden bireyler vatandaşı oldukları devletlerden daha fazla beklenti içinde olacaklar. Güvenliğin ve ekonomik refahın garantisi karşılığında devletlerin ekonomide, siyasette ve hayatın başka alanlarında oynadıkları rol eskisine göre artacak. Vatandaşın gündelik hayatını daha fazla kontrol eden, ekonomik pastanın paylaşımında daha fazla söz söyleyen, güvenlik ve benzeri ihtiyaçların tedarik edilmesinde daha baskın roller oynayan devletler çoğalacak.

Küreselleşme süreci devletin egemenliği ve meşruiyetini sorgulanır hale getirmişti. Halbuki şu an yaşadıklarımız bize açıkça şunu gösteriyor. Devlet, hala fiziksel ve toplumsal güvenliğin tedarik edilmesi ve ekonomik refahın sürdürülebilir kılınmasında en önemli aktör. Ciddi bir sorunla karşılaştığınızda yardım beklediğimiz en önemli merci hala devlet. Koronavirus salgını güvenlikçi ve ekonomiye müdahale eden devlet algısını güçlendirecek. Vatandaşlar da bu tarz devlet pratiklerini daha meşru görecekler. Çin'in sunduğu kalkınmacı, kontrolcü ve güvenlikçi devlet modeli bundan sonra daha fazla taraftar bulacak. Salgından çıkış noktasında Batılı devletlerin uyguladıkları politikalar Çin modelin Batıda da hızla yayılacağını gösteriyor.

Devletlerin toplumsal hayatta artan rolünü mümkün kılacak faktörlerin başında hiç kuşkusuz dijitalleşme süreci geliyor. Önümüzdeki yıllarda fiziksel küreselleşme azalırken dijital küreselleşme hiç olmadığı kadar artacak. Bugünlerde bile bu sürecin belirtilerini görüyoruz. Evlere kapanan insanlar dijital platformlarda çılgınca küreselleşiyorlar. Şu anda bütün dünya aynı sosyalleşme sürecini yaşıyor. İnsanlık adeta kader birliği yapmışçasına aynı yöne doğru koşuyor. Hepimiz birilerinin virüsün aşısını bulmasını dört gözle bekliyoruz. Krizle mücadelede başarı örneklerini merakla takip ediyoruz. Herkes evinde tableti ve telefonuyla hemhal olmuş durumda. Farklı milletlere mensup insanlar benzer eczane ve süpermarketler önünde aynı şekilde sırada bekliyorlar. Hepimiz bu süreçte ellerinden geleni yapan sağlıkçılarımıza aynı şekilde teşekkür ediyoruz. Hepimiz idarecilerimizi krizi yönetme sürecinde gösterdikleri performans bağlamında benzer şekillerde sorguluyoruz. Bu süreç gösterdi ki artık hepimizin iki hayatı/kimliği var: Fiziksel ve dijital.

Fiziksel hayatımız hem bedensel sağlığımızı hem ekonomik refahımızı kapsarken, dijital hayatımız sosyal statümüzü ve küresel dünyanın bir parçası olma arzumuzu içerecek. Devlet ilkinde kesinlikle daha fazla tedarikçi rolünü oynayacak. İkincisinde ise sorun çıkaranları terbiye edecek aktör olacak ama asla bu sürecin önünde bir engel olmayacak.

Bugünlerde bir kırılma anını yaşıyor bütün dünya. Koronavirus sadece bir salgın değil, bir dönüşümünün önemli bir ara istasyonu.