Dün akşam bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. 'İnsanların kötülüğünü yazsana' dedi. Sanki yarın yokmuş gibi yaşama iştahımızı, vurup arkamıza bakmadan kaçışlarımızı, işimiz bittiğinde aramayışlarımızı, unuttuğumuz değerleri, emanet ruhlarımıza yaptıklarımızı, empati kurmayı bilmeyişlerimizi, dinliyor gibi görünüp hiçbir şey anlamayışlarımızı, bize ait olmayan sahte hayatları çevremize sunuşlarımızı...
Öyle güzel sıraladı ki cümleleri, 'bence sen yaz' dedim. 'Ben yazmayı babamın hastalığını öğrendiğim gün bıraktım' dedi. Böyle başladı ve uzadı gitti sohbet…
Sohbetin bu kısmı kırıp döküyordu, can sıkıyordu, yakıyordu biraz ama gittiği yeri sevmiştim. Düşündürmeye başlamıştı bile beni. Sakinliğini, saf kalma çabasını, hayatı uzaktan izleyişlerini sevmiştim sohbetindeki. Her cümlesinin sonunda, neyin ona bunları düşündürdüğünü merak etmeye başlamıştım. Bugünkü ifadelerimizin arkasında anılar, anıların arkasında düşünceleri tetikleyen duygular saklanırdı. Neydi onlar? Öfke mi? Sabır mı? Kırgınlık mı? Küskünlük mü? Yılmak mı tetiklerdi, duyguları,yoksa karışmamak, saf kalmak arzusu muydu sadece?
Güzel bir hobisi vardı. Bir sebepten ilgilenmiyordu sanki son zamanlarda. Nedenini sormadım ama 'devam etmelisin, durmamalısın, bahaneleri de duymamalısın.' dedim. İnsanın sevdiği şeyleri yapması kendini anlama şekliydi bana göre.
Kendini, kendine anlatamayan insanları konuşmaya başladık. Yaşamayı kabul etmedikleri her duygunun mahkumuydular aslında.Ait olmadıkları hayatların sahte kahramanlarıbir de… Kendini dinlemek için vakti olmayan bir insan, nasıl yol alırdı kendi yolunda? Nasıl planlardı yarınını, sonrasını, ne için hayal kurardı mesela, ne için çalışır, ne için birikim yapar, ne için heyecanlanırdı?
Hani iç cephesi kırık dökükken, bir sürü yaması varken binanın, su akıtırken eski borular, duvarlar pul pul dökülürken, en mükemmel dış cepheyi giydirsen ne değişirdi ki görüntüden başka? Dışından etkilendiğin binanın, içini anladığında ne kadar kalıcı olurdu yolculuğun onunla.
O yüzden belki kendini dinleyip anlamalı, dökülen duvarları onarmalı, dışı bırak sade gösterişsiz kalsın, içi pırıl pırılolabilmeliydi önce. Kendini, kendine anlatabilmeliydi insan ve önce kendini anlamalıydı. Nasılsa kendisiyle el sıkışabildikten sonra, gittiğiyolda,duraklarında, iyi ya da kötü günlerinde, dolup taştıkça, dönüp ifade etmenin bir yolunu bulurdu sonunda.
Anlamalı insan, şu halinden daha fazlası olduğunu, şiir de yazabileceğini yazı da isterse… Birileri görmeli bir kırmızı bir mavi boyayla duvara herkesten farklı bir şeyler çizebileceğini, hiç tahmin etmediğimiz biri kurşun kalemle harikalar yaratırken, bir başkası bilmeli elindeki makasla neler tasarlayabileceğini eğer isterse.Bugün kendinin henüz farkında olmayan biri yarın hayallerini muhteşem pastalara dönüştürebilmeli.
Herkesin baktığı ufukta herkesten farklı şeyler görebilir insan, önce kendini dinlerse, izin verirse ve denerse… Eğer daha keşfetmediysen kendini ve şikayet ediyorsan hayatın renginden, o zaman sen de bir şey yapsana değişmek ve değiştirmek için.