Çocukluk ve Çocukluğum


En son semaverdeki çay sesiyle uyanalı tam 30 yıl olmuş.
Annanem herkesten önce kalkar çayı koyardı sonra o çayın fıssss diye cıkardığı kaynama sesiyle uyanırdım ben de...
Sonrasında önlüğümü uyuşuk uyuşuk giyer,aksi ve vurdum duymaz halimle yüzümü yıkamaya karşı direnirdim.Bıraksan çapaklı gözlerimle okula bile gidebilirdim.
Şimdi 30 yıl önceyi düşünüyorum da insan çocukluğunu atamıyor bir türlü üzerinden. Çocukluk yıllarındaki halin tavrın neyse biraz daha yumuşayarak biraz daha ehlileşerek devam ediyorsun yaşamaya.
Belki de çocukluk zamanları senin tam da sen olan zamanların.Hayata karşı duruşların ve seni değiştirmeye çalışan sisteme karşı en saf ve en doğal halin...
Annenin seni kendi zevkine göre giydirip götürmeye calıştığı bayan günlerinde Annenin istediği giyim tarzına bir isyan olarak,yaz günü çoraplarını dizine kadar çekerek inatlaşmak.
Lale ortopediye yaptırılan özel ayakkabılarla aynı gün cop cop diye suların içine basmak...
Aaaa Anne bak havuz deyip ,hayır dur demeye kalmadan..Marina Otelin süs havuzuna atlamak...
Kuaför Emin Şencanın prizlerine makası sokarak sigortaları attırmak ve makasın sapı plastik oldugu icin yasamda kalmak...
Ve Antalyadaki tüm kuaförlerin priz yerlerini kuaför koltuğu yanından aldırıp cocukların ulasamayacağı aynanın yanına taşınmasını sağlamak...
Bunu neden yaptığımı hala düşünürüm ama bulamadım. Sanırım dikkat çekmek istemiştim.Bütün kadınların özellikle adını bilmediğim o astronot baslığı gibi kadınların başına inen makinedeki kadınların isyanı hala aklımda..Çocukluk işte...
Diyeceğim o ki çocukluk zamanları kişinin kendisini tanıması için en önemli işaret gibi geliyor bana...
Nasıl ki kediler hep meraklıdır her yeri heyecanla keşfetmeye çalışırlar...
Çocukta öyle birşey , gayet doğal ve sisteme karşı donanımlı doğuyor aslında...
Gerek genlerden gelerek, gerekse kendinde olan bir özle dünyaya geliyor ve en saf haliyle açıyor gözlerini yaşamaya...
Sonrasında olması gerekenler devreye giriyor.Bir sürü davranış şekli,başarılması gereken bir sürü sınav,kazanılması gereken bir yığın başarı ve yarışılması gereken bir güruhla karşı karşıya kalıyor.
Aklı neyse zikri de oyken...Bambaska birisine dönüşüyor.
Aslında kendine yabancı ama başkalarına tanıdık olmaya başlıyor...
Şairler ve dahiler hep çocuk kalmaktan hatta çocuk kalabilmeyi başarabilmekten bu yüzden mi bahsederler acaba.
Çocuk kalabildikçe özgürsündür derler mesela.
Çocuk aklı işte der mesela büyük olanlar.
Sanatçı aklına yakın bir akıl mıdır acaba çocuk aklı.
Bu soruları hep sormalı insan çocukluğuna.
Bu yüzden kaç yaşında olursak olalım çocukluğumuzu hep hatırlayarak yaşamalı gibi geliyor bana...
Ne zaman ki hayat omuzlarımıza otursa dönelim o zaman çocukluğumuza...
Nikos Kazancakisin mezar taşında yazan o cümle geliyor hemen aklıma...
'Hiç birşey ummuyorum,hiç birseyden korkmuyorum,özgürüm'
Herkes özgür doğar aslında.
Saygılarımla...