Devekuşu Kabaresi

Hatırlıyorum da yıllar önce, çocukluğumun daha ilk evrelerinde kötü veya korkunç bir şey görüp duyduğumda hemen küçücük ellerimle gözlerimi kapatır, kulaklarımı tıkardım. Korurdum kendimi aklım sıra. Sanki gözlerim tekrar açıldığında olan şey hiç olmamış, duyduklarım hiç söylenmemiş olacak gibi. Sanki bir devekuşunun, tehlike karşısında başını kuma gömmesi gibi bir şey... Geçer miydi peki böyle? Tabii ki geçmezdi. Çocukluk işte. Şimdi bakıyorum da sanki çocuk kalmış kimisi.

Yavaş yavaş büyürken doğal olarak, ergenlik ve gençlik döneminde zorluklar, yenilgiler, hayal kırıklıkları çaldı kapıyı. Tek sığınak yeri vardı belki de... O dönemlerde beni hayaller kucakladı. Taa ki gerçekler kapıyı kırıp içeri girinceye dek.

Bu arada farklı insanlar tanıdım. Kimi mücadeleci, kimiyse bulmuş bir yolunu öyle böyle ekmeğin, her yerde uyur hiç düşünmeksizin. Sorumluluğunu da yüklediyse kediye, kaçar gerçek hayattan, hep uykudur ve hayallerdir onun yaşadığı gerçek yeri.

Ortalık bu sıralar toz duman. Bir yandan süregiden şiddet dili, akabinde provokatör söylem ve eylemlerle, kesif bir korku ve tedirginlik kokusu var ortamda. Diğer yanda ise ‘bu kadar da olmaz, pes’ dedirtecek ve hatta şeytana külahı ters giydirtecek serseri mayın gibi dolaşan iddialar. Şeytan burada staja mı başladı acaba?

Bunun yanında rahatını bozmayıp, hiçbir şey olmamış gibi yapmaya çalışan, doğruluğu, yanlışlığı mühim değil, ‘yaşam bu an’ deyip, kendisine tozpembe hayal dünyası sunan söylemlere, propagandalara, dizilere, kanallara, haberlere kapılan insanlar var... Oysaki o anlar anlıktır adı üstünde. Peki gerçek kapıyı çaldığında?

Şaka değil, ilk gençlik yaşlarımdan beri çalışıyorum neredeyse. Bir kendime bakıyorum, bir de ellerinde hiçbir şey olmayıp hani ‘sıfırla başladım’ diyerek övünen, şimdi yatlar, katlar, hamamlar, saraylar yapmış insanlara. Bir şey var burada ama ne? Bu son dönemde bir aydınlanma yaşıyorum birdenbire. Ahlak, doğruluk, dürüstlük, adalet, hak, hukuk kol kola girmiş, şu meşhur halaylarda davulun ahengine kapılmış kendini kaybetmiş. Güven? Bu yalan-dolan, hile-hurda etrafında onun da başı dönmüş anlaşılan ve kaçıp gitmiş. Anlıyorum ki bizim gibi alın teri ile didinen, yaşamaya çalışan insanlar ekmek derdinde debelenirken başkalarını şahane beslemiş. Uyumuş, uyutulmuşuz bebekler gibi.

Sokaklardayım, biri dertli; “Benim şu kadar dönüm arazim var. Tapusunu verene 150 oy benden”... Şaşkın bakıyorum yüzüne. Gemisini kurtarmak isteyen kaptanlardan biri. Oysaki gemi ortak ve hepimizin gemisi.

Bir diğeri almış eline sahte de olsa ortalıktaki kara propagandayı, gerçekliğini araştırmak meşakkatli iş,  muhalefete veriştiriyor durduğu yerde. Sormuyor, sorgulamıyor. Kendine sunulan hayali dünyada bugünü yaşıyor. Seçim için açılan keseden bugün mutlu.  Yarın mı? Çocuklar mı? Herkes için eşitlik, refah, hak, hukuk, adalet mi? “Yarına kadar kim öle kim kala, kader kısmet işte”. Oysa bugün, dünün yarını. Herkes için hakkın, hukukun, eşitliğin, adaletin, demokrasinin, özgürlüğün olmadığı bir yerde anlık huzur geçici, bunu göremiyor ve düşünmüyor nedense. Sanki hayatı tek günlük gibi. Sanki sadece kendisi var gibi.

Gözleri kapatmakla, duymamış görmemiş gibi yapmakla, sunulan hayal dünyasına dalmakla, istemli ya da istemsiz uyumakla hiçbir şey iyiye doğru gitmez, gitmiyor.

İyi si mi bu durumu bir an önce terk etmeli. Sanmayın ki burası “Devekuşu Kabaresi”. Burası gerçek ve gerçek yaşamı güzel kılmak ellimizdeyse irademizi sandığa yansıtmak bunun sadece başlangıcı ve böyle mümkün olur baharın gelişi.

Aydınlık, adil, eşitlikçi, huzurlu, refah dolu günler dilerim.

Sevgi ve saygılarımla.