Eylül’ü konuşalım!


‘Bir gün aklına gelecek olursam;
Bana şiir ısmarla, Eylül’ü konuşalım’.
Konuşalım üstat konuşalım, hem de dibe vuruncaya kadar ama konuşulacak ne kaldı ki. Cemal Süreyya’nın az biraz özlem, azıcık sitem yansıtan bu dizeleri, Eylül ayı gelince beynime de dilime de dolanıverir. Mıh gibi durur aklımda.
* * *
Eylül, yeniden hoş geldin. Hemen gitme bekle azıcık, sen var ya benim hüznüm, benim sevincim, benim dağılmışlığım tutkulu olduğumsun. Az biraz melankolilik var serde. Hani Eylül ayı ‘Ben geldim’ der de ardından Hazan Mevsimi Nam-ı diğer Sonbahar’ı getirir ya. Doğa’nın rengi değişiverir, yeşil inadına sarıya, kızıla döner ya. Temmuzun-Ağustosun kavurucu sıcaklarında güneşe direnen yeşilini koruyan yapraklar, sararır da kısa olan ömürleri artık rüzgarın insafına kalır ya. Düşsem mi düşmesem mi derken, dalından savruluverir ya yapraklar. ‘Geceye kavuşsam mı kavuşmasam mı’ der gibi erkenden dönen gün bile Hazan Mevsimini haber etmez mi. Takvimlere ne gerek var cancazım!
* * *
Doğa yavaştan değişmeye başlar Eylül ile birlikte, sayılı günler sonrası Ekim-Kasım. İçerisinde bir hüzün, bir burukluk, yalnızlık barındırır. Hazan, gelişiyle doğada da bir yalnızlık başlatır. Yalnızlık İklimi mi desek Sonbahar’a? Az kaldı göçmen kuşları da terk edip gider. Hazan’ın geliş alametleri bile doğayı yalnızlığa sürüklüyor heyhat. Sararıp dalından düşen yaprakları seyrederken, insanoğlunun da ömrünün son evresini getiren bir mevsim gibisin Sonbahar. Ama ben sana, sen olduğun için tutkunum. Benim mutsuzluktan beslenen ruhuma iyi geliyorsun sanki. Seninle özdeşleştiriyorum kendimi. Sen gelince bir başka duygular yükleniyor bedenime. Ben sana tutkunum Eylül, ötesi yok.
* * *
Eylül ayında dünyaya geldiğimden midir nedir? Yoksa sahiden içgüdüsel midir ayrım yapabilmiş değilim ama oldum olası ben sende tutukluyum Eylül. Hani o sarıdan, turuncuya hatta kırmızıdan kahverengiye çeşit renklerle bezeli bir görüntü sunuyorsun ya! Senin isminden de belli ‘Son’ da olsan baharsın nihayet. Hoş geldin bana Eylül!