​François Ozon filmlerinden


Fransız yönetmen François Ozon, 50 yaşına yaklaşırken çekiciliği hızla artan yakışıklı adamlardan. Yönettiği filmlerin hikayelerinde ve kurgularında da bu estetik olgunluğa eriştiği söyleniyor. Onun filmlerini geriden takip ettiğim için bu yorumlar üzerine bir şey söyleyemem ancak son bir yılda izlediğim 3 filmiyle büyülendiğimi inkar edemem.İlk izlediğim filmlerinden biri ‘Jeune & Jolie’ ydi. Haklısınız, dediğim gibi fazla geriden geliyorum. Hep aklımda olsa da henüz ‘Swimming Pool’ u izlemedim. İki önemli filmi ‘Sous le Sable’ ve tiyatro oyunu atmosferinde geçen Robert Thomas’ın meşhur hikayesinden uyarlanan ‘8 Femmes’ i de izlenecek filmler listeme ekledim.
Bu yıl izlediğim 3. François Ozon filmi ise; Türkçe’ye ‘Yeni Kız Arkadaşım’ diye çevrilmiş, oldukça etkileyici bir konuya sahip ‘Une Nouvelle Amie’. Senaryosu da François Ozon’ a ait olan filmin dramatik yapısı biraz ağır olsa da sürprizlerle dolu ve dostluk adına sıcacık bir film. Uzun uzun bu filmi de anlatmak isterdim ama ben size 2.sırada izlediğim başka bir filminden bahsetmek istiyorum‘Jeune & Jolie’ nin kışkırtan ve kasvetli rüzgarından sonra geçen yıl ‘Dans la Maison’ u izledim. Türkçesi ‘Evde’ anlamına gelen bu filmi o kadar çok sevdim ki; hani bazen bir rüya görürsünüz ve üzerinden yıllar geçer yine de dün gibi hatırlarsınız. Rüyanızı gerçekten yaşamış gibi anımsarsınız ve bir şeyler sizi hep o rüyaya götürür. İşte bu filmin de bende böyle bir etkisi var. Özellikle yeni hikayelerle zihnim meşgulken bu filmin senaryosunu daha sık düşünüyorum. İzleyip izlememek arasında tereddüt ederken Fabrice Luchini’nin durağan sahnelerde bile mıknatıs gibi çeken oyunculuğu sayesinde hikayenin içindeydim. Zaten bir filmde edebiyat, tasvirler ve azıcık da gerilim varsa tam benlik demektir. Üstelik François Ozon bu filmi İspanyol yazar Juan Mayorga’nın ‘Arka Sıradaki Çocuk’ isimli tiyatro oyunundan uyarlamış. Çok sevmem için bir sebep daha…Fabrice Luchini, ‘Dans la Maison’ da Fransızca öğretmeni Germain’i canlandırıyor. Germain, Fransızca derslerine girdiği bir sınıfta, kompozisyonlarından etkilendiği 16 yaşındaki öğrencisini yeni yazıları konusunda şevklendirir. ‘The English Patient’ in şahane oyuncusu Kristin Scott Thomas ise bu filmde öğretmenin eşi rolündedir. O da eşinin bu ilginç öğrencisinin kompozisyonları hakkında fikirlerini paylaşır. Yazı konusundaki yeteneğine film süresince hayran kaldığımız öğrenci biraz küstah ve tekinsiz bir gençtir. Kompozisyonlarının öykülerini, konuk olduğu sınıf arkadaşının evinde, onun aile üyelerini kendi kahramanlarına dönüştürerek yazar. Tabii bu ‘arkası yarın’ tadındaki kompozisyonlar öğretmen ve öğrenci arasındaki yazma ve okuma tutkusunu biz seyirciye de aynı hazla yaşatır. Film süresince kurgu ve gerçek, sarmal halinde ilerledikçe, olayların örgüsü film karakterlerini bile şaşırtır. Çünkü onlar, içeriden ve dışarıdan izledikleri başkalarının hayatlarına artık müdahil olmuşlardır. Hatta kendi yaşamları bile ön göremedikleri değişimlere uğrar.
Çok sevdiğim Woody Allen filmlerinin havası da var bu filmde. Müzikleri, kurgusu ve sıradan insanları şiirsel bir dille anlatışı, filmi özel kılan değerlerinden. Özellikle son sahnede Alfred Hitchcock’un önemli eseri ‘Arka Pencere’ye saygı ile yapılan hoş bir gönderme var. Edebiyatı ve hikayelerin doğuş anlarına tanık olmayı seviyorsanız mutlaka izlemelisiniz.