Geldin mi ilkbahar?
Gün içinde en sık uğradığım internet adresi, Türk Dil Kurumu’nun web sitesi. Olur ya hani, kelimeleri yanlış yazarım diye ödüm kopar. Aklıma ne gelse, önce ona sorarım. Bugünlerde ‘zaman’ konusunda fazla düşününce, baktım:
Zaman: Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit.
Biraz daha gerilere gidip araştırdığımda, tam da düşündüğüm gibi zaman dediğimizin yanılsamalardan ibaret olduğuna bir kez daha inandım. Biz bölmedik mi zamanı, yıllara, mevsimlere, aylara, günlere… İşte bu yüzden yanılsama diyorum. Biz olmasaydık, kimin, neyin işi olurdu takvimlerle. Yaşam koşullarına göre isim veriyoruz her şeye, sınırlar çiziyoruz.
***
Yıllardır 1 Mart’ı beklerim, gelsin de ‘Yaz’a yaklaşalım, ısınalım. O gün ne olursa olsun mutlu, huzurlu hissederim. Oysa Antalya 1 Mart’tan çok önce ısınır, ilkbahar erken gelir. Geçen yılın 1 Mart’ı da böyle şölen gibi başlamışken sonrasını hatırlamak istemediğim için bundan sonra güneşi gördüğüm an kutlayacağım baharı. Benden yıllar önce yaşamış insanların karar verdiği takvim sınırlarını kabul etmeden yaşayacağım zamanı. Kedim gibi. Umurunda mı onun mevsimler, aylar…
***
Bir de en çok canımı sıkan yaş konusu. Ruhum kendini bazen 10 yaşımdaki gibi bazen 20 yaşımdaki gibi hissederken, takvimler neden bana “yaşlanıyorsun” diyor ki? Kalıpları, toplumsal kuralları, herkesin kendi sığ dünyasına göre çizdiği çerçeveleri kabul etmiyorum.
***
Doğru diye kabul ettiğimiz ne varsa bundan birkaç bin yıl sonra komik birer inanış olarak kitaplara geçecek, kim bilir. Mesela, astrolojinin şu çağdaki kabul gören halini de sevmiyorum. Biriyle tanışınca 15 dakika sonra burcumu sorduklarında içimden “sende mi?” diyorum, sonra ben de bilmiş bilmiş, “ama yükselen burç da çok önemliymiş” ...
Herkese tavsiye ettiğim, ne söylerse çıkıyor dediğim astrolog, daha dünkü yorumlarda, “Sonbahar kendini iyice hissettirirken…” diye cümleye başlamış. O satırı okuyunca vazgeçtim devamını okumaktan. Ne sonbaharı! Kış geçti, hem de buz gibi bir kış geçti, arkadaş hala kopyalayıp yapıştırdığı metinlerde sonbaharda kalmış. Bir daha asla okumam. Hem zaten zamanın sınırlarını çizen insanlar, böyle bir zorunlulukla karşılaşmasaydı, hangi ayda doğduğumuzun ne önemi olacaktı?
***
1 Mart’tan da önce, ilkbahar gelmiş olsun, gönlümüz neşelensin, mis gibi çiçek koksun sokaklar, bahçelerde çocuk sesleri, sabah orman bülbülleri, daha da ısınsın gökyüzü, gece cırcır böcekleri…
Boş verin takvimleri, saatleri, yıldızları bekleyin en sevdiğiniz şarklar eşliğinde.
NOT: Bugünlerde hangi gezegenin! etkisindeysem ( inanmayı reddetsem de astrologlar öyle diyor) kalemim romantizme sarıldı kaldı. Mevsimlerle konuşmalar, “geldin mi canım ilkbahar” diye sormalar, aktörlere sen diye hitap etmeler (bkz. dünkü yazım)…
Bakalım TDK ne demiş benim için.
Romantik: Davranışlarında duygu ve coşkunun aşırı ölçüde etkisi bulunan.
Hadi canım TDK, aşırı mı dedin?