Uzun zamandır sinema sektörü durgun. Şöyle yıllarca izleyeceğimiz yapıtlar yapılmıyor. Eskileri izleyip bu durgunluğu sorgulayıp duruyorduk ta ki Gladyatör filminin devamının çekileceğini öğrenene kadar. Açıkçası bu söylenti 2000 yılında vizyona giren bir film için sık sık gündeme gelmiş ve şehir efsanesine dönüşmüştü. Tam tamına 24 yıl aradan sonra görüntüler düşmeye başlayınca şehir efsanesi gerçeğe dönüştü.
Yönetmen koltuğunda ilk filmin de yönetmeni 87 yaşındaki Ridley Scott'ı görünce fazlasıyla heyecanlandık. İngiliz yönetmen sanki başladığı işi bitirmek için geri dönmüş gibiydi.
Gladyatör bunca yıla rağmen gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olup Russell Crowe’la da fazlasıyla özdeşleşmiş bir yapıt. Sonrasında film bütün ödülleri topladı. Russell Crowe’a ve Ridley Scott’a Oscar kazandırdı.
Gladyatör denilince akla gelen ilk isim Russell Crowe olur; birinci filmin sonunda öldüğü için devam filminde onun oynamayacağını biliyorduk ve bu tarz filmlerde devam filmi asla ilk filminin başarısını geçemeyeceğini de malum; tüm ön yargılarıma rağmen film vizyona girer girmez soluğu sinemada alanlardanım. Sanırım benim gibi sadık izleyicilere güvenerek yıllar sonra ikincisi çekilen filmlerden “birinciyi izleyenler gelse yeter” diyerek çekilmiş bir film. Film neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Gladyatör’ün şanına sürülmüş büyük bir leke. Hiç bu kadar kötü bir film izlememiştim.
Roma denilince akla muhteşem mimarileriyle binlerce insanı bir araya getiren ‘kolezyumlar’; bu arenalarda kanlı dövüşlerle halkı eğlendiren gladyatörler gelir.
Gladyatör filminin ilkinde Roma’da üst düzey bir general olan Maximus’un imparatorun oğlunun kıskançlığına maruz kalarak eşini ve oğlunu kaybetmesiyle köle tüccarlarının eline düşmesi ve kendisini bir gladyatör olarak başkentteki kolezyumda hayatı için savaşırken bulur. Filmin sonunda hayatını kaybetse de eşi ve oğlunun intikamını alır ve Roma’yı bu hastalıklı imparatordan kurtarır. Filmin sonunda ölmesine çok üzülsek de en azından boşa ölmedi diyerek teselli olmuştuk. Maximus’un hikayesi bizi çok etkilemişti. Roma’nın en ihtişamlı zamanlarında zaferden zafere koşan bir askerin hikayesi, tek istediği oğlu ve eşine kavuşup kendi topraklarında çiftçilik yapmanın özlemini yaşayan bir asker, hatta ilk film böyle başlamıştı hasadı bekleyen bir buğday tarlasında o görüntü hepimizin hafızasına kazınmıştı. Bu detay ikinci filmde de kullanıldı. Bunu akıl eden bir kafa yapısı nasıl bu kadar başarısız bir projeye imza attı anlayamıyorum.
Devam filmi Roma’nın askeri gücüne vurgu yaparak pat diye bir kuşatma ve savaş sahnesiyle hiçbir şey anlatılmadan Maximus’un oğlunun köle olarak ele geçirilmesiyle başladı.
Senaryo ve kurgu berbattı. Birinci filmde Maximus’la İmparatorun kızı Lucilla arasında zamanında bir aşk yaşanmıştı ama detayları ne birinci filmde ne de ikincisinde anlatıldı. Devam filmi, Lucilla ve Maximus’un aşklarından meydana gelen oğulları Lucius’un arenaya düşmesini anlatıyor. Bu yüzden kimsenin bilmediği bu aşkın detayıyla başlayabilirdi hikaye diye düşünüyorum. Senaryo; “alın işte Maximus’un oğlu, babasının oğlu” tarzındaydı ve aynı kader ona da yazılmıştı. Bu anlamda aşırı sıkıcı ve tahmin edilebilirliği yüksek bir filmdi. Film öncesi oyuncularla röportajları da izledim. Adamlar gladyatörü çekiyoruz diye fazlasıyla kendilerini şişirmişler çünkü oyunculuklar da çok vasattı, bir sürü çekim ve mantık hatası… Bilerek fazlasıyla spoiler verdim çünkü bu film övgüyü pek hak etmiyor. Keşke hiç bu işe girmeselermiş. Sonuç fiyasko.