Haberciliğin bana öğrettikleri

Asansör bizim katta durdu.

İçinde orta yaşlı bir adam. Tam adımımı attım, içeri gireceğim, elindeki kretuar dikkatimi çekti. Sağ adımım asansörün içinde ama kendim asansörün dışında kaldım.
Kısacık zaman diliminde bir sürü senaryo yazdım!

Rengini kendimin bile çözemediği ses tonumla kelimeler istemsiz döküldü dilimden:
'O kretuarla ne yapıyorsunuz siz?'

Adam önce kısa bir şaşkınlık geçirdi sonra 'Ben üst katta alçıpan işi yapıyorum. Ustayım' dedi.

Tabii bu durumda kırılan potların, devrilen çamların toparlanması, durumun acilen düzeltilmesi gerekiyordu. Gülmeye başladım. Asansöre girdim. Kısacık sohbette artık devrin çok bozulduğu, kimseye güven kalmadığı, insanın başına her an her şey gelebileceği, elinde kretuar görünce biraz çekindiğim gibi abuk sabuk cümlelerimi ben bile anlamadım.

Adamın cümleleri benim abuk sabukluğuma eşlik etti:

'Yok bizde öyle şeyler olmaz.'

Asansörden çıktığımda düşündüm ki, bunca yıllık habercilik hayatımın bana kattığı en önemli, belki de en kötü yan detay ve şüphe olmuş!

İyi mi olmuş kötü mü olmuş bilemiyorum.

Son yıllarda artan şiddet olayları karşısında çoğu zaman 'İyi olmuş' diye düşünürken hayatın şüphe baskısı altında yaşanamayacağını düşündüğümde ise 'Kötü olmuş' diyorum.

* * *

Benim çocukluğumda öyle bilgisayar, cep telefonu, tablet, oyun alanları yoktu. Televizyon bile haftada birkaç gün sadece birkaç saatti. Sokaktaydık mahallenin bütün çocukları. Kendimiz yaratırdık oyunlarımızı. Gazoz kapaklarının bile büyük rolü vardı bu oyunlarda. Taşlarla oynanan oyunlar, ip atlamalar, seksek, yakartop, demir patenler başlıca eğlencemizdi. Hali vakti yerinde ailelerin çocuklarında bisiklet vardı. Sırayla binilirdi o bisiklete. Bu sokakta olma halleri kış geceleri de sürerdi. Uzun karlı kış gecelerinde kardan adam yapmak, kartopu oynamak başlıca oyunlarımızdı.

Yaz aylarında gidilen yazlıklarda ise neredeyse eve hiç girmezdik. Anneler balkonlardan çocuklara seslenirdi 'Hadi artık eve, yemek saati' diye.

Benim çocukluğumda annelerin gözü hiç arkada kalmazdı.

Şimdiyse annelerin gözü hep arkada.

Çocuklar evlere, alışveriş merkezlerine hapsolmuş durumda. Çocukluklarını yaşayamıyorlar. Ellerinde tablet, cep telefonu. Gözleri televizyonlarda.

Ada'm bazen soruyor bana 'Selma teyze siz çocukken neler oynardınız?' diye. Ben anlatıyorum o sanki masal dinliyor.

Ada'mı benim ve annesinin çocukluğunun geçtiği Tekirdağ'ın Mürefte kasabasıyla tanıştırdık Kurban Bayramı'nda. Kuzen ve yeğenlerimin çocukları ile sitenin çocukları Ada'yı hemen aralarına aldılar. Tıpkı benim çocukluğumdaki gibi bir bayram geçirdi Ada. Çocuklarla birlikte bir ordu şeklinde sitenin tüm evlerinin kapılarını çaldı, iyi bayramlar diledi, harçlık aldı. Sonra da diğer çocuklarla birlikte kaç lira bayram harçlığı aldığını hesapladı.

İskeleden denize atladı, sahilde yürüyüşler yaptı. Deniz kabukları topladı. Gece gündüz kavramı olmadan site bahçesinde çocuklarla oyunlar oynadı.

Tatil sonunda söylediği cümle ise aslında onun gibi büyük kentlerde yaşayan tüm çocukların duygusuydu bence:

'Selma teyze, senin ve annemin çocukluğu cennette geçmiş.'