Havilland...

Gözlerimi açtım, tavanda bahçedeki ağaçların ışıkları. Belliki rüzgar var dışarıda.

Artık geceleri neden bu kadar sık uyanıyorum diye sorgulamıyorum.Kaygılarım, korkularım hatta artık ağrılarım var.

O da uyuyamazdı kocasının öldüğü ilk yıllarda geceleri. Bir başına kalmıştı iki çocukla ve düşüneceği o kadar çok şey vardı ki.

Ne zamandır görmüyorum rüyalarımda keşke bu gece görsem dedim, yarın Anneler günüydü. Bir hediye olmalıydı tanrıdan.

Gülümsedim kendi kendime aklıma ona verdiğim ilk anneler günü hediyesi geldi.

* * *

60'lı yılların sonları... Birkaç haftadır mahallenin çocuklarında bir telaş. Herkes harçlıklarıyla annelerine hediye seçiyor.

'Unuttum' mazereti için daha çok erken. Uzakta değilim, yurt dışındayım deyip bir telefonla geçişmeyecek yaşlar.

* * *

Hayat dergisinde bir krem reklam var. Reklamdaki kadını anneme benzetiyorum. Saçlarını biraz kısa kestirse sanki aynı. Annem kadar güzel... Ya da annem onun kadar güzel.

Havilland...

Annemin buna ihtiyacı var. Çünkü o evimizin zemin tahtalarını kehribar sarısı yapmak için fırçayla ovuyor. Arap sabunu onun ellerini parçalıyor. Çatlıyor, kuruyor. Kanıyor görüyorum. İçim acıyor...

Bakkal Ekrem'in dükkanında gördüm. Albayın kızı Zehra ablaya söyledim. Okuldan çıktıktan sonra gazoz şişelerini taşırım, kapısının önünü süpürürüm, balkondan ekmek isteyenlere servis yaparım bir hafta. Karşılığında bana bir tüp Havilland krem verecek.Tek annemin elleri çatlamasın yumuşacık olsun diye.

Kabul etti Bakkal teklifimi. Öyle çalışır gibi değil. Babam kızar annem canıma okur.

Teslimatı pazar sabahı yaptı. Annem yeşil rengi severdi. Elişi kağıdıyla kapladım üstüne rafyadan kurdele.

Sonrası bölük pörçük, ama annemin 'sarı kuzum' diye başımı okşadığını ve bağrına bastığını çok iyi hatırlıyorum... /Eskimeyen Yazılar