​İKİNCİ ŞANSIN OLSAYDI…

Sosyal araştırmacılar insanların yaşam koşullarına baktıklarında bunların yaşamlarından memnun olmalarına imkân olmadığını zannettiler ve yanıldıklarını gördüler. Her şeye rağmen insanlar yaşamlarından memnundular. Genci yaşlısı, berbat yaşam koşullarında da memnuniyet üretebiliyorlardı.
Refah çelişkisi olarak adlandırılan bu olgunun Gerontoloji açısından da önemi büyüktür. Çünkü kötü niyetli olarak da kullanılabilir. Çoğunluğun yaşam koşulları kötü olduğu halde hayatından memnun olduğunu kabul edenlerin çoğunlukta olması, politika tarafından “hiçbir şey yapmaya gerek yok” olarak yorumlanabilir ve berbat koşullarda yaşlananlardan oluşan bir toplum haline gelinebilir.
Anlaşılan koşullar ve davranışlar arasında farz edilenden daha esnek bir bağlantın var. Bu esnekliği ortaya koyan araştırmalar da var. Bu yüzden yaşam koşullarının olumsuzluğuna rağmen yaşam memnuniyetini yitirmeyen insanlara övgü yağdıran toplum haline gelme riskini göz önüne almak gerekir. Kaderci insanlarda bu eğilimin ağır bastığını biliyoruz.
Refah çelişkisi şunu söylüyor: Koşulları iyi olduğu halde mutsuz olanlar ve koşulları kötü olduğu halde mutlu olanlar! Birinci gruba daha çok gelişmiş endüstri ülkelerinde rastlıyoruz, ikinci gruba daha çok geri kalmış yoksul ülkelerde. Bu ikisi arasında diğer gruplar da var. Koşulları iyi olup memnunlar, koşulları kötü olup mutsuzlar.
Refah çelişkisini nasıl açıklayabiliriz? İnsana “sosyal hayvan” denir. Tek başına yaşayamaz. Başkaları olmadan hayatında anlam göremez. Neden? Çünkü insan daima karşılaştırma yapan bir varlıktır. Başarısını veya başarısızlığını, sağlığını veya hastalığını, zenginliğini veya yoksulluğunu hep karşılaştırmak ister. Karşılaştırma sonucunda ya memnun olur ya da memnun olmaz. İnsan demek ki “karşılaştıran varlıktır” da denilebilir.
İnsan hep kendisini dünyanın merkezinde zanneder. Merkezde “ben” ve etrafımda “uydular” var zannederek yaşamını sürdürür. Demek ki insan “zavallı yaratıktır” da denilebilir. Çünkü şu anda 7 Milyar merkezli bir yeryüzünde yaşadığının farkında değildir. Ve insan demek ki pek akıllı da değildir.
Bütün bu akılsızlığına rağmen insan uzun yaşamaktadır. Yeryüzündeki en uzun ömürlü canlı değildir. Güney Kutbunda en az 10.000 yaşında olan bir sünger bulundu, ama yaşadığının farkında mı? Bize göre farkında değil, ama emin miyiz? 10 bin yıldır yaşamayı başaran bir canlının karşısında saygı duyacağımıza, yaşadığının farkında değildir, demek; insanın aklının bir göstergesi olabilir mi?
İnsanın yaşam süresi uzarken hayat şartları da onu yalnızlığa sürüklüyor. Milyonluk kentlerde yapayalnız insanlar, cep telefonuyla konuşanlar, hayatları direksiyon başında çürüyenler, toplantıdan toplantıya koşuşturanlar, fabrikanın tozu dumanı içinde yaşadığına inananlar; bütün bunlar insanın sosyal varlık özelliğine aykırı. Ama sadece bir bakıma! Çünkü bütün çabası karşılaştırma yapmaktır. Son model cep telefonu, diğerlerinden daha şık kıyafetleri, başkalarından daha güzel evde oturmak; hepsi karşılaştırma yapınca kendisini iyi hissetmesi içindir.
“Evim, eşim, arabam” diyerek uzun süre görmediği arkadaşının önüne koyacağı üç fotoğraf için çabalayan insan, bunların boş şeyler olduğunu, yaşlanınca değil, öleceği zaman anlar. Bunun son örneği birkaç ay önce kansere yenik düşen Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Westerwelle’dir. Ölümünden birkaç hafta önce televizyonda bir programa katıldı, hasta yatağında yazdığı kitabını tanıttı ve gözleri yaşlı şekilde, “bir kere daha şans tanınsaydı, acaba nasıl yaşardım” sorusunu kendisine sorduğunu belirtti.