1976 yılına gelindiğinde, Antalya'nın sokakları, 13. Altın Portakal Film ve Sanat Festivali'nin coşkusuyla renkleniyordu. Dönemin Belediye Başkanı Selahaddin Tonguç ve arkadaşları, bu özel etkinlik kapsamında birçok heykel ve duvar resmi sergilemek için bir araya geldiler. Heykeltıraş Mehmet Aksoy, bu sanat dolu etkinlikte unutulmaz bir iz bırakmaya kararlıydı.

Mehmet Aksoy, sadece heykelin son hali değil aynı zamanda nasıl doğduğunu da insanlara göstermek istedi. Antalya Meydanı'na adım attığında, bir başkaldırışla başladı çalışmalarına. Her gün onlarca insan, onun yanında toplandı. Onun yaratıcı sürecini izlemek ve ona sorular sormak için sıraya girdi.

Aksoy'un elleri, malzemelerin sert yüzeyini yumuşatırken insanlara hayalinin somutlaşma sürecini anlattı. Heykel, bir insanın kelimelerle ifade edilemeyen duygularını taşıyan bir dil haline geldi. Her vuruşunda, işçinin emeğinin ne kadar kutsal ve vazgeçilmez olduğunu vurguladı. Bu sanatın özünde, insanın yaratma arzusu ve emeği yatıyordu.

Ancak tarihin karanlık gölgesi, 12 Eylül ihtilali, sanatın bu yüce eserini tehdit etti. Heykel depoya kaldırıldı, üzeri boyandı, hatta bazı heykeller yok oldu. Ancak bu Mehmet Aksoy'un umutsuzluğa kapılmasına neden olmadı. Bir gün, heykelin ait olduğu yere dönmesi gerektiğine inandı.

Yıllar sonra, bu değerli eser nihayet kayıp yerinden çıkarıldı. Mehmet Aksoy'un tasarlayıp yarattığı heykel, Karaalioğlu Parkı'na tekrar yerleştirildi. Bu bir sanatçının azmi, emeği ve inancının zaferiydi. Heykel, Antalya'nın sokaklarında, sanatın ve emeğin birleştiği bir anı olarak dururken insanlara ilham kaynağı olmaya devam etti. Haber/Erendiz ÖZKURT

Editör: Uğur Keskin