Meslektaşım, dostum, gazeteci yazar Sedat Kaya’nın ‘SİZİN BİR HİKAYENİZ VAR MI?’ başlıklı yazısı dâhilerin bilinmeyen yaşamlarını anlatır.
Örneğin dünyaca ünlü besteci Beethoven, frengi hastası ve çocuklarının hepsi özürlü olan bir kadından işitme sorunu olan bir çocuk olarak doğan bir müzik dâhisidir. Sağırlığına karşın bugün bile keyifle dinlenen bestelerin sahibidir.
Dünya edebiyatına romanları ile taht kurmuş olan Rus yazar Dostoyevski, annesini, babasını çocuk yaşta kaybetmiş, hep depresyon yaşamış, sara hastası, alkolik ve kumar bağımlısı biri olarak yaşamış bir dâhidir.
İki kardeşi bebekken ölen, üç kız kardeşi Naziler tarafından katledilen, hep yalnız yaşayan ve kanser hastalığından hayata veda eden dahi de Kafka’dır.
Henüz beş yaşındaki Gorki, anne ve babasını 11 yaşında kaybetmiş, ona dedesi bakmış, evden kovulmuş, tersanelerde çalışmış, yaşadığı çileli hayat onu intihara kadar sürüklemiş bir dâhiydi.
Babası alkolik ve gaddardı. Kendisini sürekli kemerle dövüyordu. Sık sık evden kaçıyordu. Çoğu geceler sokakta yatıyordu. Cilt hastasıydı. Karaciğeri iflas etmişti. O da serkeş şair lakaplı Bukowski’ydi.
Dâhilerin bilinen yaşam hikayeleri bunlar.
***
Sedat Kaya’ya göre, İtalyan edebiyatının en entelektüel yazarı Umberto Eco için birer örnektir bu hikayeler. Eco bu hikayelere şu sözünü eklemiş;
‘Mutlu insanın hikayesi olmaz’ Çünkü hikayeleştiği zaman mutluluk bitermiş.
‘Doğru mu acaba?’ der Sedat Kaya ve şu hikâye ile ‘Kendinizle barışık mısınız?’ diye sorar.
“Ülkenin diktatörü amansız bir hastalığa yakalanmıştı.
Hekimler her türlü tedaviyi uyguluyor ama çare bulamıyordu.
Diktatör günden güne eriyordu.
Sonunda çareyi büyücülerde, falcılarda aradılar.
Ülkenin tüm falcıları, kahinleri, büyücüleri saraya getirildi.
Ama onlar da hastalığa çare bulamadı.
Artık umut kalmamıştı.
Diktatörün ölümü bekleniyordu.
Bir gün yaşlı bir kadın saraya geldi ve diktatörün huzuruna çıktı.
‘Hükümdarım’ dedi, ‘Hastalığınızın çaresi var.
Adamlarınız bütün ülkeyi dolaşsın. Ülkenin en mutlu insanını bulsun. Onun gömleğini size getirsinler. O gömleği giyenlerseniz, iyileşirsiniz.’
Diktatör hemen adamlarını ülkenin dört tarafına saldı.
Her mahalleyi, her sokağı didik didik taradılar.
Gördükleri her mutlu adamın gömleğini diktatöre giydirdiler.
Ama faydası olmadı.
Diktatörün adamları tam umudu kesmişti ki, varoşlarda bir teneke kulübenin önünden geçerken içeride kendi kendine konuşan bir adamın sesini duydular.
‘Bu ülkede benden iyisi, benden mutlusu yok. Sağlığım yerinde. Karnımı da doyurdum. Yarın çalışacak gücüm de var. Çok mutluyum.’
Diktatörün adamları ‘Nihayet bulduk’ diye hemen içeri daldılar.
Teneke kulübede yoksulluk içinde yaşayan adam, bir mum ışığı altında, bir gazete sayfasının üzerine koyduğu peynir ile ekmeği yerken, şarkı da söylüyordu.
‘Benden mutlusu yok.’
Diktatörün adamları gömleği almak için adamı yakaladılar.
O da ne!
Mutluluk şarkılar söyleyen adamın üzerinde giyeceği bir gömleği bile yoktu.
Goethe der ki;
‘İster kral ister köylü olsun, dünyadaki en mutlu insan kendisiyle barışık olandır.’
Kendinizle barışık mısınız?
Mutlu musunuz?”