​Kırmızı kalpler


Bir an, aylar önce okuduğum kitaptan cümleler takılıyor aklıma. Sayfaların arasında durup soruların cevaplarını bulmaya çalışırken hissettiğim ne varsa geri geliyor. Özellikle şu bahar aylarında.
Aşk çağırınca…
Eskiden çağırmak için mevsimleri beklemezdi…
Dilediği gibi acıtır, kanatır ve derin izler bırakır giderdi.
Gitti bir gün gerçekten.
Gidiş
O gidiş…
Şimdi her şey daha hızlı ve sarsmıyor sanki sözler uzun süre. Göz göze olmak, doya doya bakmak yerine kırmızı yanaklı ufak sarı kafalar, minik çiçeklerle dokunuyoruz birbirimize. İflah olmaz internet açlığında, oyunlar, mesajlar, beğeniler içinde doymayan ruhlar arasındayız.
Dokundukça akıllı ekrana, parmaklarının ucundan kayıp giden zamanı farkına varsa, oyunlarda kazandığı puanların hayali başarılarından sıyrılsa, kendini yaşayabilecek ama güzel kafasını kaldırmıyor ki ekrandan kimse. Kendimi de böyle yakaladığım zamanlarda, nasıl kızıyorum ve hemen bırakıyorum elimden, son kırmızı kalpten sonra.
Kırmızı kalpler diyarında kalabalık yalnızlığın yorgunluğu bu yaşadığım.
***
Baharın getirdiği, umutla müjdelediği aşkları konuşsak tembellik yerine. Sahip olan ne şanslı! Çok isteyip de gönlü bomboş kalanın yalnızlık korkusu ne fena! Özgürlüğü yüceltilir ona ve prangasından sıkılanlar anlatır onun gibi olma düşlerini. Oysa yalnız bilir özgür olmakla bunu hissetmek aynı şey değildir. Etrafındaki onlarca ihtimale karşı birini seçip onunla yaş alma isteğidir beslediği. Sadakat ruhunun esaslı yeteneğidir de karşılık bulmaz. Ona ömrünce sadık kalan, gitmesini istediği yalnızlığıdır. Mutluymuş gibi yaşayanların gösterişli tasvirlerine inanır, özenir, olmuyor diye kendini suçlar. Olur da kapısını çalarsa bir umut, alır onu diğeriyle sarıp sarmalar, bekler yazık.
***
Cem Mumcu’nun yazılarında öğrendiğim, sadık olma biçimidir benim de idealize ettiğim: Başkasına, başkalarına rağmen bir kişide var olabilme yetisi. Bunu gerçek bir özgürlük olarak anlatır Mumcu, ‘Kendine Bakma Kitabı’nda der ki: “Sanıyorlar ki sende kalırsam, senle kalırsam ve sen de bende kalırsan, benle kalırsan geride kalan o sonsuz ihtimali kaybedeceğiz. Sanıyorlar ki sen benim ihtimallerimi, ben de seninkileri bitireceğiz. Oysa ben senin ihtimaller arasındaki biricikliğini seviyorum. Gitme şansım varken sende kalmayı seviyorum.”
Olmuyor işte! Kimse böyle sadık değil. İhtimallerin yanı başında durmasını ve hatta onları da yaşamayı, beğenilmenin doymayan hazzını her daim hissetmek istiyorlar.
Yine aynı kitabından çok sevdiğim bir bölüm daha:
“Gidebilme özgürlüğünü hissettiğimiz yerde kalmaktır güzel olan. Bu özgürlüğü bize kim verir? Kimse veremez. Elimizden alan ise kendi korkularımızdır. Ve korkularımız, kaslarımız ne kadar güçlü olursa olsun bizi cılız ve güçsüz kılar.”
Cem Mumcu insanların özgür olmaktan da korktuğunu anlatır. Çünkü kendi sınırlarını belirlemekten korkan insanlar mutlu olmasa da çizgileri ve kuralları belli olan kafesin içinde var olmayı daha kolay ve güvenli bulurlar.
***
Sevmeyi, aşık olmayı erteliyoruz. Aşksız kalınca saran korkuları doğal sanıp bize öğretilenler eşliğinde kendimize suçlar, hükümler seçip yargılıyoruz. Belki de yalnızlığı tercih edebilmenin güzelliği vardır, keşfedemiyoruz.
Etiketlerden sıyrılabilsek…
Seçmeden içine doğduğumuz toplumun yasalarını, sorgulamadan doğru bilip ‘gereklilik’ diye kabul ediyoruz. Arzularımız peki?
susarlar
…son kırmızı kalpten sonra