Covid-19 olarak adlandırılan koronavirus salgınına karşı verilen mücadelenin ulus devletin geleceği ve küreselleşme sürecinin seyrini yakından etkileyeceği açık.

Bu bağlamda yapılan tartışmalarda üzerinde durulması gereken konulardan bir tanesi bu sürecin illiberal popülizm olarak tanımladığımız siyaset dalgasını ve anlayışını nasıl etkileyeceğidir.

İlliberal populizm elitlerle halk arasında bir ayrım yapar ve ulusun gerçek çıkarlarını milletin oyuyla seçilip iktidara gelen yönetimlerin savunacağını iddia eder. Elitler yabancı unsurlarla organik ilişkiler icinde olup toplumdan çok kendi dar ve bağlantılı oldukları yabancı unsurların çıkarlarını savunurlar. Elitler küreselleşme sürecini savunurken milletin gerçek çıkarlarını asla dikkate almazlar. Dünya vatandaşlığı ve küresel bilinç son kertede ulus devletler yerine çok uluslu şirketlerin ve küresel sermayenin çıkarlarına hizmet eder. Elitler dünyalılaştıkça kendi içinden çıktıkları uluslardan koparlar ve adeta kendi toplumlarına yabancılaşırlar.

Bu açıdan bakıldığında illiberal popülist siyasi hareketlerin çoğu karşılıklı bağımlılık odaklı küreselleşme sürecine mesafelidir ve devletlerin kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumak için kendi kendine yeterlilik ve korumacılık odaklı bir program takip etmeleri gerektiğini savunur. Yabancı olan ne varsa potansiyel bir tehdit unsurudur ve önemli olan milliyetçi perspektiften hareket edip küreselleşme sürecinde kaybedilen bağımsızlık ve egemenliğin yeniden kazanılmasıdır. Kutuplaştırıcı bir söylem kullanan illiberal popülist siyasetçiler toplumu kendilerine oy verenler ve vermeyenler olarak ikiye ayırır ve ikinci grupta yer alanları milli iradenin dışında görür. Kendilerine oy vermeyenler en iyi ihtimalle kandırılmış aptallar, en kötü ihtimalle de yabancıların yerli işbirlikçileridir.

Bu siyasi çizgi egemenliğin farklı erkler arasında paylaşılmasından hazzetmez. Milletin oyuyla seçilip yönetime gelen bir iktidar yönetme hakkını neden başka güç erkileriyle paylaşmak zorunda olsun ki? Güçler ayrılığından ziyade önemli olan güçler birliğinin tesis edilmesi, bu sayede kararların hızlı bir şekilde alınıp kolayca uygulanabilmesidir. Bu süreci yavaşlatabilecek denge ve denetleme mekanizmaları sulandırılmalı ve yürütmenin iktidarı devletin bütün kademelerinde tesis edilmelidir.

* * *

Egemenlik ve otoritenin paylaşılması noktasında dikkat çekici bir diğer unsur da şudur. Seçilmiş siyasetçiler atanmış bürokratlar tarafından asla sorgulanamaz ve hesaba çekilemezler.

Halbuki, bürokrasi özünde uzmanlaşmayı içeren bir kavram olarak devlet yönetiminde akılcılık, rasyonalite, iş bölümü ve bilimselliğin esas alınmasını ima eder. Bir konuda son sözü söyleme hakkı o konunun uzmanlarına ait olmalıdır. Seçilmiş iktidarlar tarafsız ve bilimselliğinden şüphe duyulmayacak bürokratik uzman bilgisini dikkate almalıdırlar. İlliberal popülist siyaset, uzmanlaşmış bürokrasiye tanınacak bõyle bir ayrıcalığın seçilmişlerin egemenlik yetkisini sınırlandıracağını iddia eder ve dolayısıyla bunu meşru görmez. Milli irade herşeyin ve herkesin üzerindedir ve ne küreselleşmiş elitler ne de uzmanlaşmış bürokrasiyle paylaşılamaz.

* * *

İlliberal populist siyasetçiler kendi toplumsal gerçekliklerini yaratıp bunu toplum nezdinde kabul edilebilir hale getirmeyi çok önemserler. Bilimsel bilgi üzerinde tekel kurmak ve neyin doğru neyin yanlış olduğu noktasında standartları belirlemek iktidarlarının meşruiyeti bağlamında hayatidir. Önemli olan kendi gerçekliklerinin yaratılması ve bunun topluma kabul ettirilmesidir. 'Doğruluk sonrası çağ' olarak Türkçeye çevirebileceğimiz 'post-truth age' kavramı tam olarak bunu ifade eder.

* * *

Bütün bu arka plandan bakıldığında dünyanın genelinde koronavirus salgınına karşı verilen mücadelede kısa dönemde atılan adımların illiberal popülist siyasetin ana argümanlarıyla uyumlu olduğu algısı oluşmuş durumda. Halbuki orta ve uzun vadede bu sürecin illiberal popülist siyasetin sonunu getirme kapasitesi hiç de yabana atılmamalı.

İlk etapta sınırların kapatılması, salgının sebebi olarak aşırı küreselleşmenin ve yabancılarla temasın görülmesi, yerli aşı, ilaç ve tıbbi malzeme üretiminin hızlandırılması, ekonomik kriz tehlikesi karşısında devletlerin ciddi teşvik politikaları kabul etmeleri, üretimde dışa bağımlılığın azaltılmasının ne kadar önemli olduğu vurgusunun yapılması ve alınan benzeri kararlar popülist siyasi söylemin doğasıyla uyumlu gibi gözüküyor.

Halbuki daha yakından bakıldığında bu süreçte illiberal populist siyasetin daha fazla zayıflayacağı iddia edilebilir. Krizle mücadelede tıp uzmanlarının görüşleri doğrultusunda kararların alınıyor olması bürokratik uzmanlaşmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu kadar yaşamsal bir konuda sadakat yerine ehliyet ve liyakat vurgusunun ön plana çıkmış olması bence not edilmeli. Hamasetten uzak, akıcılığı ve pozitivist bilimi merkeze alan bir karar alma ve yönetim stratejisi ileride pek ala başka alanlara da uygulanabilir. Çevre problemleriyle mücadele, sürdürebilir kalkınma, gelir eşitsizliğinin azaltılması, barış ve istikrar üretir bir dış politika en az virüse karşı yürütülen mücadele kadar yaşamsal. Bu konularda uzmanlaşmış ve bilimsel bilgi üretiminin daha da önemli olacağı bir zaman dilimine giriyoruz bence.

* * *

İlliberal popülist siyaseti zayıflatabilecek bir diğer unsur ise virüse karşı verilen mücadelenin bütün insanlığın aynı gemide seyahat ettiği algısını güçlü bir şekilde ortaya çıkarmasıdır. Bu virüs çok demokratik ve statü farkı ayırt etmeksizin herkese bulaşıyor. Elitler de halk da bu krizin mağdurları. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan insanlar şu anda benzer dramlar yaşıyorlar ve benzer sorunlarla karşı karşıyalar. Üzüntü ve mutluluklarını benzer şekillerde ifade ediyorlar. Yöneticilerini sorunlarına çözüm bulmaları noktasında benzer şekillerde zorluyorlar. Yaşanan trajik ölümler ve ekonomik kriz birçok insanın hayatında benzer travmalar yaratıyor, yaratacak. Küresel salgına karşı yürütülen mücadele insanların kaderlerinin birbirine ne kadar bağlı olduğunu açıkça gösteriyor. Çok taraflı işbirliği mekanizmaları içinde hareket etmeden ve küresel liderlik bilinci dışında kalarak hiçbir lider bu yaşanan krize bir çözüm bulamaz. Eşgüdüm ve ortak akıl şart.

* * *

Hangi ülkenin takip ettiği mücadelenin daha başarılı olacağı da özünde rasyonel, bilimsel ve ehliyete dayalı bir yönetim tarzını gerekli kılıyor. Hepimiz görüyoruz ki bu süreçte bazı ülkeler daha başarılı olurken bazıları daha başarısız oluyor. Bunun neden böyle olduğunu sorguluyor ve kendi yöneticilerimizi daha başarılı olmaları yönünde zorluyoruz.

Liberal demokrasiyle yönetilen ülkeler mi yoksa daha otoriter rejimlere sahip olan ulkeler mi bu savaşta daha başarılı oluyor sorusu önemli. Daha da önemli olan ise devletlerin bu süreçteki başarısını belirleyecek olan ana unsurun onların yönetim tarzlarının ne kadar bilimsellik, uzmanlık ve ehliyet unsurlarını içerdiği. Son zamanlarda dikkatimizi çeken algı operasyonlarına pek inanmamak gerek. Başta Çin olmak üzere birçok devlet bu süreçte ben daha başarılıyım ve salgının asıl sorumlusu ben değilim algısını yaratmaya çalışıyor. Bu normal bir şey ama çok da önemli değil aslında. Önemli olan herkesin herkesi izlediği ve salgın sonrası dünyada doğruluğun bilimsel bilgi üzerine inşa edilmesinin ulusal çıkarlar açısından eskiye göre çok daha hayati olacağı. Bu yaşadıklarımız illiberal popülist siyasetçilerin ve onların dümen suyunda gidenlerin kendilerine çeki düzen vermeleri için önemli fırsatlar sunuyor.