Bir şehr-i İstanbul ki; adı bile heyecanlandırıyor. Tüm ihtişamıyla Yeditepe üzerinde oturan bir muhteşem! (Surlar içinde kalan eski İstanbul, yedi tepe üzerine kurulmuş). Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Sana dün bir tepeden baktım ey aziz İstanbul’ derken acaba hangi tepeden bakmış. Ve de bu yedi tarihi tepe, eşi benzeri olmayan, şairlere ilham veren İstanbul’a mührünü vurmuş. Bilenler bilir de hatırlatmam bilmeyenlere. Çemberlitaş Tepesi, Topkapı Sarayı Tepesi, Kocamustafapaşa Tepesi, Yavuzselim Tepesi, Beyazıt Tepesi, Fatih Tepesi ve de Edirnekapı Tepesi. Artık şair hangi tepeden baktıysa aziz İstanbul’a!
Ah İstanbul İstanbul, diyeceğim o ki; tuttu yine krizim. Üzerinize afiyet benim senede bir iki kez İstanbul’u göresim gelir. Ama öyle böyle değil, bir nöbet gibi. Özlemim, ille de Beyoğlu (Cadde-i Kebir) ve de 1800’lü yıllardan bu yana dimdik ayakta duran, taşları dantela gibi işlenmiş Mısırlı apartmanı ile benzeri taş oymalı tarihi binalar, yandan çarklı ada vapurları ve onların sesleri, martıların çığlıkları ha bi de kargalar.
Sevdalar yaşanmış, yaşanan sevdalara konu olmuş, Türk edebiyatına ruh vermiş bir İstanbul. Yaşanmışlıklar var dünün bugünün. Benim de gençlik anılarım var. Ortaokulu Tünel’deki tarihi bir bina olan Beyoğlu Kız Orta Okulu’nda okumuştum. İkametgah ise Cihangir Sormagir Sokak Kaymazdağ Apartmanı hiç unutmam adresi. Balkondan Kız Kulesi görünürdü. Kışın okul dönüşü, Cihangir yokuşundan aşağıya çantamın üzerinde kayarak inerdim. Cumartesi günleri de Fitaş Sinemasında alırdım soluğu, afilli şekilli giyinip 14.00 matinesine. Çoğu öğrenci, kızlı erkekli. İlk flörtüm, İstanbul Vefa Lisesi’nden karşı komşunun oğlu Arif. Akşam olup da gün geceye dönerken, balkondan bakışırdık. 15-20 dakika.
Sanırım bir aydır krizlerdeyim. O hemen her akşam ve de her sabah haberlerde İstanbul’u görmüyor muyum yağan lapa lapa karı, yapışıyorum ekrana. Baksanıza Yedi Tepeli muhteşem, Sanki de bembeyaz gelinliğini giymiş salınıyor. Bekle İstanbul’um patrondan izni koparır koparmaz geliyorum.