LF10 iki yerden geçer  

Antalya’da LF10 otobüs hattı iki adresten geçiyor: Üniversite ve cezaevi... Yol üstündeki adliyeyi de ekleyelim bu trafiğe. Tam da memleketin halini anlatan bir metafor... Üniversite eğitimini ciddiye alan, halkı, ülkeyi dert edinen öğrencileri ve akademisyenleri bekleyen adresler bunlar. Sizi aydınlık bir geleceğe taşıması için bindiğiniz otobüsten adliye durağında inebilir, kendinizi cezaevi kapısında bulabilirsiniz yani. Böyle bir ülkede yaşıyoruz ve bu kısır döngüden de bir türlü çıkamadık. Çıkabilir miyiz? Elbette çıkacağız. Bütün ömrümüzü bu çabayla geçirdik. Bizden öncekiler de öyle... Fakat tüm toplumun demokrasi, hukuk, anayasa, insan hakları, adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramları içselleştirdiğini düşünürken aslında bunun böyle olmadığını görmek de çarkı sürekli başa döndürdü. Yine aynı yerdeyiz fakat bu sefer daha fazla ders çıkartmış gibi duruyoruz. Ya da bize mi öyle geliyor?

Size rağmen dünya dönüyor

Öncelikle şu demokrasi meselesinin altını tekrar, tekrar ve tekrar kalın çizgilerle çizmek gerekiyor. Demokrasinin sandığa endeksli hale getirildiği, sadece sandıktan ibaret bir sistemmiş gibi dayatıldığı bir toplumda ne ekonomi, ne hukuk, ne sosyal yaşam gelişebilir, giderek de mevcut renklerini yitirir. Çünkü sandığa endeksli bir siyasetin tercümesi çoğunlukçu dayatmadır. Bunun adı da gericiliktir. Yani halkın önüne beş yılda bir sandık koyarsanız o sandıktan çıkan da ülkeyi kafasına göre yönetir. Karşı çıkana, itiraz edene de ‘bana millet yetki verdi’ deyip geçer. Burada bahsi geçen ‘millet’ o partiye oy vermiş kişilerden oluşan bir topluluktur. Diyelim ki yüzde 50’dir. Peki diğer yüzde 50 nedir? Bir kere o millet değildir. Bu yüzden de, iktidara oy verdiği için ‘millet’ sıfatı taşıyan kitlenin tercihine uyması gerekir. Eğer işine gelmiyorsa beğenmiyorsa beş yıl bekleyip sandıkta iktidarı değiştirebilir. Değiştiremiyorsa yine biat etmek zorundadır. Çünkü doğruyu ‘çoğunluk’ bilir. Çoğunluk ‘dünya dönmüyor’ derse dünya dönmüyordur. ‘İsteseniz de istemeseniz de dünya dönüyor’ diyen vatan hainidir.

Çoğunlukçu değil çoğulcu

Siyasetin sadece sandığa hapsedildiği bir rejimde, bunun dışındaki bütün alanlar gayrimeşru ilan edilir. Basın açıklaması bölücülük, protesto eylemi hainlik, hak aramak ihanet, sendikacılık servet düşmanlığı, muhalefet bozgunculuktur. Hele ki sokak, terör yuvasıdır. Bütün bu alanları kapattıktan sonra, sabah uyanır, kafanıza göre kebapçıyı terörist, ülkeyi kuranları ayyaş, gençleri çapulcu, kadınları iffetsiz ilan edebilirsiniz. İşte bu şekilde gömmeye çalıştıkları şey aslında demokrasinin kendisidir. Daha doğrusu demokrasinin gerçek anlamı, tarifi, içeriği ve işlevidir. Çünkü sandık, demokrasinin yöntemlerinden sadece biridir. Bir demokrasi toplumun itiraz hakkıyla, eleştiri kanallarıyla, öneri mekanizmalarıyla, herkesin konuşabilme, düşüncesini açıklayabilme özgürlüğüyle birlikte gerçek kimliğine ulaşır. ‘Çoğunluk’ anlayışı, iktidarı sandık üzerinden gasp edip kaynakları kendi yandaşlarına fütursuzca dağıtma sistemidir. O yüzden iktidardaki zevat tarafından bu kadar hararetle savunuluyor. Oysa gerçek demokrasi ‘çoğulcu’, yani toplumu oluşturan her kesimi kapsayan, yönetime dahil eden bir mekanizmadır. Toplumun her aşamada iktidarı denetlemesini, sesini duyurmasını ve talep etmesini garanti altına alır.

Kendi istediğin durakta in

Bugünkü LF10 yolculuğumuz bu kadar. Üniversitenin önünde düğmeye basıp inelim. Üniversite malum, ‘üniversal’den, yani ‘evrensel’den geliyor. Bizi dünyaya, yeryüzüne bağlayan bir ip. Güzergah üzerindeki cezaevi ise bu ülkeye giydirilen deli gömleği. Düşüneni, konuşanı, itiraz edeni, hakkını arayanı, özgürlük ve eşitlik isteyeni sindirmek, susturmak, boğmak için inşa edilmiş tabutlar onlar. Üniversite bugün büyük ölçüde susturulmuş, terbiye edilmiş, gıkını çıkartamaz hale getirilmiş olsa bile ülkenin geleceğini bir şekilde kurmaya devam ediyor. Elbet yakın bir tarihte bilim üreten, özerk, açık, demokratik kimliğine kavuşacaktır. Gerçek bir akademi demokrasinin, demokrasi de bilimsel özgürlüğün güvencesidir. Bu çizgiyi yitirmiş bir toplumun büyümesi, gelişmesi, kalkınması, insanca yaşaması mümkün değil. Evler, sokaklar, yollar, meydanlar, her yer, ama her yer bir cezaevine dönüşür. Şu an hepimiz serbestçe dolaştığını zanneden mahkumlarız aslında. Bizi hapseden, özgürlüğümüzü elimizden alan, sesimizi kısan, ekmeğimize uzanan, ensemize vuran gardiyanları, etrafımızdaki demir parmaklıkları görmüyoruz sadece. Kafamızı dışarı bir uzatsak her şeyi fark edeceğiz. O yüzden düğmeye basıp kendi istediğimiz durakta inelim. Onların bizi götürdüğü yerde değil...