Geçtiğimiz günlerde babası Muzaffer Kaynak’ı kalp krizi sonucu kaybeden Akdeniz Üniversitesi Felsefe bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ekin Kaynak Iltar, babasına ithafen yazdığı mektup ile son vedasını gerçekleştirdi.
Öğretim görevlisi Doç. Dr. Ekin Kaynak Iltar’ın mektubu ise şu şekilde:
“Zihni, yüreği, ruhu aydındı babamızın. İnsanı, hayvanı, doğayı severdi. Sanatın her türünü severdi. Edebiyat, tiyatro, müzik, sinema hayatın renkleridir derdi. Görev yaptığı okullarda yıllarca sahneye tiyatro oyunları koydu. Tiyatrocular yetiştirdi. Kendi kendine çalmayı öğrendiği bağlamasıyla güzel türküler söylerdi.
En iyi şoför oydu. Onun kullandığı arabayla dünyanın öbür ucuna gözleriniz kapalı gidebilirdiniz. “Sanat yapar gibi kullanıyorsun babacığım arabayı.” derdik çok hoşuna giderdi.
Saygılı, sevgili, mutlu, neşeli, birikimli bir öğretmendi. Ne öğretmekten, ne öğrenmekten hiç vazgeçmedi. Hangi konu açılsa başlardı onlarca kitap önermeye, derin derin anlatmaya. Bu kadar şeyi nasıl biliyor diye şaşıp kalırdık.
Kalp kırmaz, kimseyi üzmezdi. Çocukluğundan gözünü yumduğu güne dek mücadeleyi hiç bırakmadı. Bize ilk öğrettiği de hiçbir zaman emek vermeyi, mücadele etmeyi bırakmamak oldu. Bizden ömrü boyunca istediği tek şey ise iyi insan olmamızdı.
Bal gözleri hep gülerdi. O bir şey anlatıyorsa herkes pür dikkat onu dinlerdi. En basit hikayeler bile onun dilinde destan olurdu. Güldürmeyi, yedirmeyi, barıştırmayı, mutlu etmeyi çok severdi. Ona göre keşke herkes barışık olsaydı, tok olsaydı, mutlu olsaydı. Ona sorsanız hayalindeki yaşam böyle bir yaşamdı.
Doğduğu, büyüdüğü, küçücük yaşlarında gazete sattığı, lise yıllarında iş başa düşünce taksicilik yapmaya başladığı o zorlu İstanbul sokaklarında ne anıları vardı. Pertevniyal Lisesindeki haylazlıklarını defalarca dinlememiş gibi her seferinde aynı heyecanı yaşardık. En acı hikayelerini bile öyle anlatırdı ki, gözünüzden yaş akıyorken bir anda kahkaha atarken bulurdunuz kendinizi. Anneannem: “Dilsizi dillendirir.” der hep babam için. En konuşmayı sevmeyen insanı hayat hikayesini anlatırken bulurdunuz karşısında. Hem de neşeyle… Bir de “Yer emmisi gök dayısı” derlerdi. Bir insanın bu kadar dostu, arkadaşı nasıl olur, inanamazdık. Hepsine verecek bu kadar sevgisi nasıl var diye kocaman yüreğine hayran kalırdık.
Deniz aşığıydı. Samatya’da üstünü başını balık kokutan o deniz aşkı onu Antalya’ya getirmişti. İstanbul’la Antalya arasında neler neler yaşanmıştı da onun hep en çok anlattığı annemi ilk gördüğünde güzel gözlerine nasıl aşık olduğuydu. Eve yere sığsın diye evlendirmeye çalışırlarken babam çoktan aşık olmuştu da haberleri yoktu. 40 yıl ellerini hiç bırakmadılar. Annemin hem aşkı hem küçük yaramaz çocuğuydu. Biz aşk çocuklarıydık. Sevgiyle büyüdük. Bize ne el kaldırdı ne sesini yükseltti babacığımız. Biz onun kızları, o bizim küçük kardeşimiz gibiydi. Her şeyimizi anlatırdık. Hep dertleşirdik. En güzel aklı hep o verirdi. Hep gurur duysun bizimle istedik. İyi insan olalım istedik. İyi insanlarla olalım istedik. İki kızı vardı, iki de oğlu oldu. Oğullarıyla da arkadaş oldu. Güzel günlerimizi hep gördü. Mezuniyetlerimizde gururla gülümsedi, düğünlerimizde mutlulukla oynadı, doğumlarımızda ellerimizi huzurla tuttu. Bir kız bir erkek torun isterdi. Öyle de oldu. İki torununun da kahramanı oldu.
O muhteşem bir dede, bir baba, bir eş, bir evlat, bir ağabey, bir kardeş, bir damattı. Kayınpederinin son nefesine kadar elini tuttuğunu gören herkes babama daha bir hayran olurdu.
O muhteşem bir dost, bir öğretmendi. Öğretmenlik ona hiç yetmedi ama öğretmenlik yaptığı yıllarda öğrencilerinin hayatlarına dokundu, onlarda kalıcı izler bıraktı. Tesadüfen tanıştığımız öğrencileri sevgiyle ondan bahsederken biz gururla babamı dinlerdik onlardan. O kendine hayran bırakan bir insandı. Bir kişiyle bir dakika konuşsun, sanki yıllardır tanışıyormuşçasına severlerdi babacığımızı.
Onurlu bir adamdı. Onurunu, inandığı değerleri her şeyin üstünde tuttu. Yemini bile “İnandığım tüm değerler adına” diye başlardı. Düşündüğü neyse kırmadan doğruyu söylerdi. Özgür ruhluydu. “Hayatta en önemli şey nedir?” diye sorduğu torunundan “Aile, sağlık…” diye yanıt alınca: “ Hayır, özgürlüktür!” diye haykıran bir dedeydi. Babaannem hep kaçar kaçar giderdi diye anlatırdı babamı. Evlere, kalıplara, sınırlara sığamazdı. Denizi de bu yüzden çok severdi. Uçsuz bucaksızdı deniz. Son nefesini en sevdiği denizinde verdi. Kalbinin son kez atacağını bilircesine koşarak teknesine gitti ve asla satmam dediği o teknesinde yedi son lokmasını. Hep, Baba filmindeki Marlon Brando gibi kalbim bir anda atmayı bırakacak ve öyle öleceğim derdi. Ölümünü bile bildin be babacığım.
Yaşanılacak anılar, anlatılacak hikayeler, kutlanacak olanlar yarım kaldı. Biz yarım kaldık.
Babamızla hep gurur duyduk. Biz iyi yürekli, özgür ruhlu, onurlu bir adamın çocuklarıydık.
Hep yanımızdaydın, hep yanımızda olacaksın. Seni çok seviyoruz.
Ekin ve Gonca Kaynak”