ANTALYA Ekspres Gazetesi'nden Güven Güneş'in haberine göre, Yüksek Öğretim Kurumu'nun 12 Eylül Darbesinin bir ürünü olarak üniversiteleri baskı altına aldığını ve özgür akademik ortamı yok ettiğini belirten Başkan Öztürk, zamanla üniversiteleri siyasal iktidarların kontrolüne sokarak akademik özgürlüğü büyük ölçüde kısıtladığını söyleyerek, “Üniversitelerde akademik özgürlük, iş güvencesi ve kamusal finansman için YÖK’ün kaldırılması için mücadele edeceğiz” dedi.
'YÖK İKTİDARLARIN ARACIDIR'
"12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ardından kurulan Yükseköğretim Kurulu, zamanla üniversiteleri siyasal iktidarların kontrolüne sokarak üniversitelerdeki akademik özgürlüğü büyük ölçüde kısıtladı. Üniversitelerin piyasaların ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesinde önemli bir rol oynadı" diyen Eğitim Sen Antalya Şube Başkanı Kadir Öztürk, üniversitelerin yeniden özgürleşmesi ve demokratik bir yapıya kavuşması için mücadele etmeye devam edeceklerini, YÖK’ün kaldırılmasının yeterli olmayıp mevcut sistemin kökünden değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Başkan Öztürk sözlerine, “12 Eylül’ün bir ürünü olarak sıkıyönetim kurallarını üniversitelerde hayata geçirmek amacıyla kurulmuş olan YÖK 43 yıldır üniversiteler üzerinde temel müdahale aracı olma işlevini sürdürmektedir. 2547 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 6 Kasım 1981’den bugüne YÖK, üniversitelerin toplumsal sorunlara mesafeli duracak şekilde konumlandırılması görevini üstlenmiş; hiyerarşik, baskıcı ve otoriter yapısıyla siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki kontrolü için kullanışlı bir araç olmuştur. YÖK’ün kuruluşu, doğası gereği özgür olması gereken üniversitelerin özerkliğine yapılan bir darbe olarak önümüzde durmaktadır. Neo-liberalizm ile Türkiye’de devlet ve devlet kurumları yeniden yapılandırılırken YÖK, üniversitenin piyasaların ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesinin aparatı olmuştur. Küresel ölçekte artan rekabet koşullarına göre 'üniversitelerin yeniden yapılandırılması' hükümet ve sermaye çevreleri için önemi artan bir ihtiyaç haline geldi. YÖK bu süreçte üniversitelerde piyasa odaklı dönüşümün yukarıdan müdahaleler ile hızlandırılmasında önemli rol oynadı. Rekabet kavramı etrafında akademik ölçütlerin yerine ekonomik ölçütler ikame edilirken, bilgi üretimi ekonomik bir tarife büründürülerek toplumsal yarar rafa kaldırılmıştır” dedi.
'PROBLEMLER GÖZARDI EDİLDİ'
Öztürk sözlerine, “2006 YÖK Strateji Raporu’nda üniversiteleşme oranının düşük olması sorunsalı, iktidarın siyasi ihtiyaçlarıyla örtüşmekteydi. 'Her şehre bir üniversite' mantığıyla üniversitelerin sayısı artarken ortaya çıkan nitelik problemleri göz ardı edildi. Üniversiteler iktidarın kontrol mekanizmalarına dönüştürülerek üniversiteyi üniversite yapan değerlere yapılan saldırılarla kadrolaşma ve yozlaşmanın önünü açıldı. Gitgide otoriterleşen iktidar, etki alanını artırarak bu süreçten kazançlı çıktı. Sonuç olarak niteliğin bir kenara bırakıldığı 2010 sonrası ivmelenen piyasalaşma sürecinde ‘performans değerlendirmesi’, ‘mali esneklik’, ‘çok kaynaklı gelir yapısı’ ve ‘kalite’ gibi kavramlar etrafında ‘Üniversitelerin Yeniden Yapılandırılması Çalışmalarını’ hızlandıran YÖK’ün 2016 yılında akademisyenler için ‘Akademik Teşvik İkramiyesi’ düzenlemesini uygulamaya koyması nitelik ölçümleri, performansa dayalı kriterler, bilgi üretimi, çalışma ve istihdam koşullarında dönüşüme sebep oldu. Araştırma görevlilerinin esnek ve güvencesiz istihdam biçimi olan 33/a ve 50/d sorunu bir denetim mekanizması olarak kullanılmaktayken 15 Temmuz darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL ve KHK rejimi üniversitelerin köklü dönüşümüyle devam eden süreci hızlandırdı” şeklinde konuştu.
EĞİTİM-SEN ÖNERİLERİNİ SIRALADI
“Türkiye’nin içinde bulunduğu çoklu kriz ortamında yaşam koşulları her gün daha da zorlaşırken siyasal iktidarın temel hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamaları nefes almayı dahi güç duruma getirmektedir” diyen Başkan Öztürk, “Tüm bu zorbalığa karşın, iktidar toplumsal rızayı inşa edememekte ve hegemonyasını pekiştirememektedir. Yükseköğretim Kurulu aracılığıyla üniversitelerin kamuyla olan ilişkisi üzerinde yaratılan büyük tahribata, itaat kültürüyle hakikatin değersizleştirilmesine rağmen; mücadele edenler, topluma karşı sorumluluk taşıyanlar dayanışma pratiklerini sürdürmekte, direnmeye devam etmektedir. Üniversitelerde yaşanan sorunlara ilişkin önerilerimiz; üniversitelerde akademik özerklik ve bilimsel özgürlüğün tesis edilmesi için gerekli koşullar derhal sağlanmalıdır. Üniversiteler, Cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörler tarafından değil, üniversite bileşenlerinin ortak iradesiyle seçilen kurullar eliyle yönetilmelidir. Rektörlerin aşırı yetkilerinden birisini düzenleyen 2547 sayılı kanunun 13-b/4 maddesi iptal edilmeli, bu madde ile rektörlerin akademik ve idari/teknik personeli keyfi biçimde sürgün edebilmesi, görev yerini değiştirebilmesi engellenmelidir. Devlet ve Vakıf üniversitelerinde 50/d, 33/a ile istihdam edilen araştırma görevlileri arasında görev ve haklar açısından yapılan her türlü ayrımcılık engellenmeli, araştırma görevlilerinin 50/d ile istihdamına son verilmeli, güvenceli istihdam temel alınmalıdır. 35. madde ile görevlendirilen araştırma görevlilerinin uğradığı her türlü mobbing ve ayrımcılığa son verilmelidir. Kadro sorunları bekletilmeden çözülmelidir. Eğitimin tüm kademelerinde bütçe payı arttırılmalı, üniversitelerde ulaşım, beslenme, barınma ve kreş hakkı ücretsiz olarak sağlanmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu aracılığıyla uluslararası sözleşmelere atılan imzaların gereğini yapmalı, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi tüm kademelerde ve üniversitelerin tüm bölümlerinde ders olarak okutulmalıdır. Yükseköğretime ayrılan bütçeler yetersizdir. Üniversitelerde özgürce akademik faaliyet yürütebilmenin en temel koşullarından birisi yeterli kamusal finansmanın sağlanmalıdır” ifadelerine yer verdi.
'YÖK’Ü KALDIRMAK YETMEZ!'
Başkan Öztürk, “Belirtmek isteriz ki artık tek başına YÖK’ün kaldırılması yetersizdir. Onun bugüne kadar yerleştirdiği bu düzenin köklerinden sökülüp atılması gerekmektedir. Ancak, üniversitelerin yeniden özgürlüklerine kavuşabilmelerinin ve insan, toplum, doğa yararına faaliyet gösterebilmelerinin yolu, tam da bugüne kadar uygulanan politikaların terk edilmesiyle mümkün olabilecektir. Eğitim-Sen olarak insan, toplum ve doğa yararına bir üniversite ve demokratik yaşam koşullarını hayata geçirmek için ortak ve güçlü tutumumuzun hayati önemini belirterek üniversiteler akademik özgürlüğün, demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün mekânları olana kadar, üniversitelerde iş güvencesi, kamusal finansman hayat bulana kadar mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir” dedi.