İnsanlık tarihi kadar eski bir eylem koşmak... Avlanmak, kaçmak, kısaca hayatta kalmak için yapılması gereken bir zorunluluktu. Sonrasında diğer insanların önüne geçmek için bir yeteneğe dönüştü. Bu yetenekli insanların da kendilerini sınamaları isteği, yarışlara hatta bu yarışlar da toplumu bir araya getiren eğlencelere dönüştü. Yunanistan’ın Olimpia Kenti’nde düzenlenen oyunlar olimpiyatların temelini oluşturdu. Kahramanlık destanlarının yazıldığı muhteşem oyunlar…
Bu günlerde farkındalığım koşu sporunda olduğu için koşu takvimlerini takip eder oldum. Bu takvimlerde gördüğüm mesafeler karşısında biraz sersemledim. 5k, 10k, 21k, 42k, 150k... Maraton mesafesi 42k, yarı maraton da 21k. Bunlar tamam da 150k nedir ya? Bir insan bu mesafeyi nasıl koşar hala aklım almıyor.
Ben böyle araştırırken çok ilginç bilgilere ulaştım. Eğitim hayatımda hiç görmediğim, okul kitaplarında olmayan bir bilgi. Küçük bir detay olarak görebilirsiniz ama bu detay bilgi beni çok şaşırttı. Bütün icatlar şüphesiz hep ihtiyaçtan doğar. Peyklerden bahsedeceğim. Osmanlı’da haberleşme için orduda kurulan ulak sınıfı içinde bir bölüm ‘Peyk’ ve bu peykler günlük en az 150 kilometre koşabiliyor. Çoğunu hayal bile edemiyorum.
Haberleşme insan hayatının vazgeçilmezi. Geçmişte de şimdi de gelecekte de bu asla değişmeyecek. İnsan muhteşem bir makine sanki ne istersek olabiliyoruz.
‘Peyk’ Osmanlı’da güvercinden sonraki teknoloji olarak geçiyor ama kökleri Selçukluya dayanıyor. Belki de daha eskiye çünkü her toplumda bir haberleşme ağı mevcut. Orduya alınan gençlerin çevik ve atletik olanları bu birliğe alınıyor. Ağır bir eğitim veriliyor, çıplak ayak kızgın kumlarda koşmak gibi... Eğitimi başarıyla tamamlayanlar birliğe alınıyor. En iyileri direkt padişahın yanında yer alıyor. Amaç bir yerden bir yere en kısa zamanda haberi ulaştırmak olsa da güvenliği unutmamak lazım. Özellikle padişahın yanında yer alanlar padişahı korumakla da görevliler. Yani sadece koşucu değil savaşçılar da... Taşıdıkları fermanı canları pahasına korumak zorundalar.
Peykler gizli görevde değillerse bellerinde çıngıraklar taşıyor. Bu çıngıraklar onlar koştukça ses çıkartıyor ve kalabalık bir yerde koşuyorsa insanların ona yol vermesini sağlıyor. Bir çeşit siren gibi düşünün. Koşuda tempo çok önemli, artı çıkan ses peykin temposunu ayarlamasına da yardımcı oluyor. Gayet mantıklı, hangi sporu yaparsak yapalım müzik tempo ayarlamamıza yardımcı olmuyor mu?
Ağızlarında delikli metal bir küre taşıyorlar. Bu küre solunumu düzenleyip dalak şişmesini önlüyor. Zaman çok önemli olduğu için beslenmelerini de koşarken yapıyorlar. Yanlarına akide ve badem şekeri taşıyorlar. Enerjilerini bu şekilde koruyorlar.
Osmanlı’nın varlıklı aileleri de bu peyklerden faydalandı hatta bunu bir sidik yarışına çevirenler bile oldu. Peyk sayısıyla gösteriş yapanlar…
Lakin sonunda teknolojinin acı sonu diyebiliriz. Her yeni gelişme birilerinin sonu olur. Demiryollarının posta hizmetlerinin devreye girmesiyle bu meslek ihtiyaç olmaktan çıkıyor.
Ama hala günümüzde spor olarak bu mesafelerde yarışanlar var..
İlginç...