Brady Corbet’in yönetmenliğini üstlendiği 'The Brutalist', 2024 yılının en dikkat çekici filmlerinden biri olarak sinemaseverlerin karşısına çıktı. Bu film adeta Oscar yarışında rakiplerine ecel teri döktürecek. Brady Corbet hakkında “Günün birinde çok iyi bir film yapacak” söylemlerinden yola çıkarsak o film bu film olabilir diye düşünüyorum.
Film bugüne kadar izlediğim en uzun dram filmiydi. Tam tamına 3,5 saat sürüyor. Başrolde karşımıza Piyanist filmiyle Oscar kazanmış Adrien Brody çıkıyor. Film Oscar alır mı bilmem ama Adrien bu filmde gösterdiği performansla yine ‘En iyi erkek oyuncu’ ödülünü garantilemiş gibi görünüyor. Adam doğuştan tam bir drama oyuncusu ve bu film onun için yazılmış gibi.
Filmimiz 2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden kaçan bir adamın yeni bir hayata tutunma çabası üzerinden, sanatın ve mimarinin insan ruhuyla nasıl iç içe geçtiğini anlatan son derece iddialı bir çalışma.
Macar asıllı Yahudi bir mimar olan Laszlo Toth savaş sonrası hayatta kalmak için Amerika’ya göç ediyor. Özgürlükler ülkesi Amerika… Laszlo burada hem yeni bir hayata başlamaya hem de mimari tutkusunu hayata geçirmeye çalışıyor. Ancak göçmen olmanın zorlukları, sanat ile ticari kaygılar arasındaki çatışmalar ve geçmişin gölgeleri onun yolculuğunu çetin bir mücadeleye dönüştürüyor. Açıkçası insan ruhunun dayanıklılığı üzerine kurulmuş bir film. Verdiği en güçlü mesajlardan biri de yıllarca güzellemesi yapılan ‘Amerikan rüyası'nın aslında bir ‘Amerikan kabusu’ olduğu gerçeğini tokat gibi yapıştırıyorlar. Filmdeki ‘Harrison' karakteri Amerika’nın ta kendisi değil mi?
Brutalist mimari, 20. yüzyılın ortalarında özellikle savaş sonrası şehirlerde hızla yayılan ve sadeliği, işlevselliği ön planda tutan bir akım. Güzel eserleri var ama doğru elden çıkmayan eserlerin kaba saba beton yığınından bir farkı yok. İşte tam burada sanat devreye giriyor ve insanları etkisi altına alıyor. Filmin en güçlü yönlerinden biri, mimarlık ile insan ruhu arasındaki bağı anlatma biçimi. Bu filmde bu mimari akımın bir felsefeye dönüştüğüne şahit oluyoruz. Laszlo, içinde yaşadığı ruhsal çöküntüyü mesleğiyle yüzeye çıkarmaya çalışıyor ve de bunu ölümsüzleştirmek için elinden geleni yapıyor. Bir var olma mücadelesi. Adamın kendini ifade etme şekli; Brutalist mimari akımının katı, işlevsel ve estetikten çok, yapı odaklı yaklaşımı, Laszlo’nun iç dünyasıyla birebir örtüşüyor.
Bu filmde dikkatimi çeken başka bir detay da izleyenleri çok zıt duygular içinde bırakması. Mesela mermer, bir yapı malzemesi olarak gözümüze ne kadar güzel görünüyor ama mermerin çıkarıldığı maden ocağının o dağdaki görüntüsü çok korkunçtu.
Sonuç olarak bu film birden çok temayı ve milyon tane yorumu içinde barındırıyor ve görsel anlamda da fazlasıyla tatmin edici. Sadece sinema tutkunları için değil mimarlık ve sanatla ilgilenen herkes için ilgi çekici bir deneyim sunuyor. O yüzden ‘The Brutalist’ kaçırılmaması gereken bir film.