Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın

Genç bir adam, bir kalabalık ve o kalabalığın içinden yayılan bir müzik sesi duyar. Bir süre müziği zevkle dinler, hatta eşlik eder. Müziği çalan kişi yere bağdaş kurmuş, yırtık bir giysi üzerinde, perişan, avare bir gençtir. Adam müzisyene acıyan gözlerle bakar. Durumunu garipser. Böyle berduş bir adam nasıl olur da bu kadar güzel ezgiler çıkarabilir?

Genç adam birkaç gün sonra aynı yol üzerinden geçerken görür o müzisyeni. Her ne kadar giyiminden, kuşamından, küfürbaz halinden rahatsız olsa da acıdığı için o müzisyene para vermek ister. Müzisyen kendisine para vermeye yeltenen gence;

‘Hadi oğlum, git işine! Benim paraya ihtiyacım yok’ der.

Utanır genç adam. Müzisyen devam eder;

‘Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın. Ben kimseden utanıyor muyum? Başkaları benim bu halimden utansın!’ der.

Genç adam neye uğradığını şaşırır. Tokat gibidir müzisyenin sözleri.

Eve gider düşünür uzun uzun. Acıdığı adamın kendisine böyle bir karşılık vereceğini hiç düşünmemiştir. Aradan zaman geçer. Delikanlı bu adamcağızı kalabalığın olduğu her yerde görür. Hatta onu bir kütüphanede kitap okurken görünce hayreti daha da büyür.

Genç adam edebiyata heveslidir, bir şiir karalar o müzisyen için.

Dönemin mecmualarının birinde ‘Unutulan deha’ ismiyle bu müzisyeni anlatan bir yazıyı kaleme alır. Bu yazı müzisyenin kulağına gider ‘Kim yazdı bunu?’ diye sorar soruşturur; sonunda bulur ve bu şiiri yazan gençle tanışmak ister. Buluşurlar, o an müzisyen anlar ki vakti zamanında kendisine acıdığı için para vermek isteyen genç tam karşısındadır. Şiiri pek beğendiğini, duygulandığını söyler. Akabinde bu delikanlı ile müzisyen arasında sıkı bir dostluk başlar.

Müzisyen son döneminde inzivaya çekilir, kimseyle görüşmez. Çok değil, bir süre sonra da göçer gider bu dünyadan. Genç adam sevdiği bu müzisyenin öldüğünü duyunca çok üzülür. Arkadaşı bir kâğıt verir genç adama.

‘Nedir bu?’ diye sorar delikanlı.

‘Müzisyenin son şiiri’ der.

Kâğıdı alır şiiri okur genç adam;

‘Artık yaşam için yetişir bunca kırgınlık,

Dinlenmek isterim ki kader yorgunuyum

Artık vücudu boş, gönlü boş, düşü boş,

Dünyada şimdi ben de bir fazla ağırlığım’

‘Ölümün titrettiği elle kalemini kalbine birikmiş zehre batırıp yazdığı veda şiiri’ olarak betimler bunu genç adam. Aklına düşer işte o gün; acıdığı için para vermek istediği müzisyenin o yanıtını;

‘Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın’

Genç adamın hayatı bu kısa şiir ve o sözler ile şekillenir, ona göre yaşar.

Utanılacak işler yapmaz. Büyük görev üstlenir ilerleyen senelerde. Ama sonu da o müzisyen gibi olur. Ha, ne mi olur? Haksızlığa uğrar, yaptığı o büyük işlerden el çektirilir, memleket için açtığı okullar kapatılır. O da inzivaya çekilir, çünkü çevresi pistir ve malum son.

O da göçer gider bu dünyadan.

Müzisyen Neyzen Tevfik’tir. Ona acıdığı için para vermek isteyen genç adam ise Şair Can Yücel’in babası; Köy Enstitüleri’nin açılmasını sağlayan, klasikleri dilimize çeviren, en uzun Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Ali Yücel’dir.