Uyutulduğumuz bir masal

'Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili, biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık…' diyor ya şair, bilinçaltımın 'aşk bir fırtınadır' diye diretmesinden mi, Akdeniz kıyısında günler sonra esen rüzgarın desteklediği melankoliden mi, yoksa öndeki masada oturan iki kızın aşkla ilgili konuşmalarına istemeden şahit olmamdan mı kaynaklandı bilmiyorum ama geceden bu yana aşk düştü aklıma.

Kızlar dertleşiyor ama öyle heyecanlılar ki konuştuklarını sadece ben değil diğer masadakiler de duyuyor istemeden de olsa.

Esmer olan kız biraz sinirli, diğeri onu sakinleştirmeye çalışıyor. Esmer olan aşktan, ihanetten, unutmaktan, yeniden başlamaktan filan söz ediyor. Diğeri ona destek veriyor.

Bense arkadaşımı beklerken ister istemez hakkında çok şey okuyup dinlediğim ama ne olduğunu bir türlü kestiremediğim aşk üzerine kafa patlatıyorum.

Onlarca soru tepemde dönüp duruyor.

* * *

Yüzyıllardır sabıkalı olan aşk nasıl bir şey?

Tarifi neye ve kime göre yapılıyor?

En büyük aşk, dokunamamak mı?

Aşkın kullanma kılavuzu var mı?

İleriki bir tarihte kullanılmak üzere saklanabilir mi?

Mesela, 'Acil durumda camı kırınız' halleri aşkta da mevcut mu?

Aşk iki kişi arasında mı, yoksa eşkenar üçgen içinde mi yaşanır?

Aşk gözleri kör, kulakları sağır edip duyu kaybı mı yaşatıyor?

Mantık, aşktan 'Ne halin varsa gör' deyip elini eteğini çekiyor mu?

Aşkın aşk olması için içinde muhakkak acı mı olması gerekiyor?

Aşk bilimin iddia ettiği gibi bir tür akıl hastalığı mı?

Vs... Vs...

* * *

Ben tamamen anlatanların yalancısıyım.

Aşktan sabıkalıların anlattığına bakılırsa aşk insanı aniden vururmuş!

Mesela bir tren garında, vapur iskelesinde, bir köşe başında.

Ya da kırmızı ışıkta bir araca arkadan çarptığınızda.

Yani bela öyle 'geliyorum' demeden çıkıveriyormuş ortaya.

Anlatılanları dinlerken, soru sormam gerektiğini hissediyorum.

Aşkla tanışmış şanslı insanlar var karşımda. Öğrenmek istediklerim yanıtları onlarda.

Birine sevgilisinin ayakkabı numarasını sorduğumda, 'Ne ilgisi var aşkla?' diye paylarken, bir başkası erkek arkadaşının kahveyi kaç şekerle içtiğini sorduğumda 'Aman kaç gün oldu ayrılalı. Unuttum' yanıtını veriyor.

Bir diğeri, kız arkadaşının hangi renge bayıldığını sorduğumda aptal aptal yüzüme bakarken; öteki, erkek arkadaşının kullandığı diş macununun markasını öğrenmek istediğimde, 'Sen iyi misin?' şeklinde acıyan gözlerle bana bakıyor.

Anlıyorum ki aşk detayların gerekli olmadığı, kolayca unutulabilen ve aynı kolaylıkla bulunabilen bir şey. Bugün birini kullan, tüket ve at; yarın diğerini tüketmeye başla şeklinde basit bir kullanıma da sahip.

Her yeni her aşkta, 'Bu kez gerçek aşkı buldum' sevinci; her ayrılıkta 'Zaten bu gerçek aşk değildi ki' avuntusu, aşkın olmazsa olmazlarından.

Aşkın varlığından şüphe duyuyorum.

Anladığım kadarıyla, aşk sadece bir kelime, anlamdan yoksun.

Bence aşk intikamını alıyor,

'Yar'in adı partner, 'sevda'nın adı ilişkiye dönüştüğünden bu yana.

Şimdilerde kadınlar 'adam gibi adam'ı siyah-beyaz Türk filmlerindeki 'esas oğlan'da arıyor. Erkekler de 'kadın gibi kadın'ı.

Aşk sabıkalı artık!

Aşk artık Adem ve Havva'dan bu yana, yüzyıllardır uyutulduğumuz hoş bir masal!

Ama ben bu masalı çokkkk seviyorum…