Toplumsal bir olay olduğunda, bir gelişme yaşandığında gözümüz devlete döner ve onun yapacağı açıklamayı bekleriz. Resmi ağızdan çıkacak açıklamanın ilgili devlet kurumlarının bilgisine, görüşüne dayandığını, bunlardan süzülmüş detaylar içerdiğini düşünürüz. Örneğin deprem olur, pandemi yaşanır, hep birlikte resmi açıklamaya kulak kesilir, günlük rakamları yetkili ağızlardan takip ederiz. Rakamlara ikna olup olmamak bize bağlıdır. Toplum bu rakamları sorgulayabilir, basın da bu sorgulamayı halk adına, kamuoyu adına yapar. Sonuçta devletin elinde rakamlar vardır, bu rakamların kamuoyuna nasıl sunulacağını da onun öncelikleri, niyetleri, ideolojisi, hedefleri belirler. Sorgulanmaya açıktır, sorgulanması bir haktır, sorgulanmalıdır; ama en azından karşımızda, durumu takip eden, sahadan bilgi alan, kayıt tutan bir devlet görürüz. Devlet açıkladığını da, açıklamadığını da bilen bir mekanizmadır. Bu onun görevidir. Yüz binlerce memurdan, bürokrattan oluşan bu cüsse her şeyi tutanak altına alır, takip eder, bir üst makama ulaştırır ve bütün bu bilgiler belli adreslerde, arşivlerde birikir. İtiraz ederseniz de size bir belge uzatabilir, iyi-kötü bir evrak çıkartır karşınıza.

 

Kılıçdaroğlu’nun uyardığı ‘pis işler’

Peki bu devletin en yetkili ağzı kim? Cumhurbaşkanı... Ne yaptı cumhurbaşkanı? Karşısına topladığı on binlerce kişiye bir klip gösterdi. CHP’nin, daha doğrusu Millet İttifakı’nın ‘Haydi Türkiye’ klibi… Bu kliplerde hem ittifakın liderleri, hem belediye başkanları, hem de çeşitli halk kesimlerinden figürler var. Erdoğan’ın gösterdiği sözde CHP klibinde kim var? PKK yöneticilerinden Murat Karayılan var. Bu klip gerçek mi? Hayır... Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimler öncesinde yapılacağını işaret ettiği, uyardığı ‘pis işler’den biri. Yapay zekayla üretilmiş bir montaj klibi devletin en yetkili ismi, en tepe noktası tarafından İstanbul’da on binlerce vatandaşa gerçekmiş, doğruymuş gibi gösterildi. Altını çiziyorum; ‘devletin en yetkili ağzı tarafından’... İktidar medyasının bir sakızı vardır; ‘devlet yalan söylemez’. Devleti, devlet uygulamalarını, kamusal kararları eleştirenlere hemen ‘devlet yalan söylemez, devlet suç işlemez, devlet kutsaldır’ diye şarlamaya başlarlar. Peki bu ne? Doğru mu? Doğru olmayan şeye ne denir? Fazla uzatmadan ben söyleyeyim... Doğru olmayan şeye yalan denir.

Montaj kliplerle seçim kampanyası

Rahmetli babamın bir lafı vardı: “Doğru yalan söyle”... Gençlik yıllarımızda ters durumları geçiştirmek, peder beyi idare etmek için söylediğimiz, yazdığımız senaryoları yutmayan babam, biraz ikna olabileceği, mantıklı, iler tutar yanı olan hikayeler beklerdi. Benden bunu bekleyen babam, Erdoğan’ı duyduğunda ne söylerdi acaba? Babamın benden beklediğini ben de devletin en etkili ve yetkili ağzından beklerim. Bu bir yana... Erdoğan’ın önüne o klibi getiren, miting senaryosunu, akışını, düzeneğini hazırlayan kadrolar, yani devletin olanaklarından yararlanan ve devlet görevi yaptığı farz edilen şahıslar her türlü dezenformasyonu, gerçek dışı bilgiyi, yalanı mubah mı görüyor? Böyle bir devlet çarkına temiz diyebilir miyiz? Demeli miyiz? Bu sözde klip, bu montaj video daha sonra kaldırıldı, kullanılmaz oldu. Peki ‘pardon’ denildi mi? Denilmedi. Denilmeli miydi? Demokratik, halkçı, halkını başının üstünde tutan bir devlet böyle durumlarda ‘pardon’ der. Hatta bu yanlışın gereğini de yapar, kimler bu klibi tezgahlamışsa hesabını sorar.

Bu siyasetten kurtulma zamanıdır

Bir başka yanıltıcı beyana, yanlış bilgiye Erzurum sonrası tanık olduk. İçişleri Bakanı Soylu provokasyonun CHP tarafından yapıldığını ve sadece 1 kişinin yaralandığını söyledi. O bu açıklamayı yaparken yaralıların fotoğrafları, yüzüne taş gelmiş çocuğun, alnı kanamış kadının fotoğrafları sosyal medyada yayılmaya başlamıştı. Soylu’nun dediği gibi sadece 1 değil, 17 yaralı vardı Erzurum’da. İçişlerinden, güvenlikten sorumlu en yetkili isim gerçek yaralı sayısını öğrenmekten aciz mi? Eğer acizse bunun üzerine söylenecek bir şey kalmıyor zaten. Acilen koltuğunu bıraksın. Gerçek sayıyı bildiği halde yalan mı söylüyor? Bu daha da vahim... Yaralı sayısını bile doğru söyleyemeyen, söylemeyen bir İçişleri Bakanı’nın hangi sözüne güvenebiliriz? Saldırıya uğrayanın, kafasına taş yiyenin, dövülenin, sövülenin suçlandığı bir siyaset, böyle bir siyasi atmosfer bu ülkeye yüktür. Böyle bir ülke mutlu olamaz, sevinemez, rahat edemez, gülemez, dolayısıyla da üretemez, ekemez, biçemez, çöker... Bu yüzden 14 Mayıs milat olacak.