YAŞAMADAN YAŞATMANIN ADI: ÇANAKKALE


Mevsimlerden ilkbahar, aylardan mart ve bir kez daha acı ama umut dolu o günleri anma zamanı. Umut dolu; çünkü baharda ağaçlar, çiçekler yeniden canlanır, tomurcuklanır ve yeşerir. Tıpkı kışın soğuk ve kasvetli havasından çıkan ve yüzyıllardır dünyaya hükmeden bir milletin, üzerimize çöreklenen akbabaların arasından yeniden doğuşu gibi.
Çanakkale ne kadar anlatılırsa anlatılsın, ne kadar anlaşılırsa anlaşılsın toprak olup giden o bedenlerdeki ruhu, bugün vücut bulan beşerde yaşamadıktan, yaşatamadıktan sonra geri boş laf, lakırdı. Çünkü lafla peynir gemisi yürüseydi eğer, özlenen o ruhun peşinden koşmaz, şuan içinde olurduk.
Gemileri karadan yürüten ecdat, torunlarına bak yan gel yat. İşte fark bu; bedenini değil mücadele ruhunu toprağa gömen insanların yaşadığı bir süreçte daha ne beklenebilir ki? Onlar bedenini toprağa gömüp, o ruhu yaşattılar ve miras bıraktılar. Bizler ise o mirasa ne kadar sahip çıktık, çıkabildik; 7’den 70’e bir özeleştiri yapmak lazım.
Ayrıca imkansızlık içinde imkan oluşturan, çözümsüzlük içinde çözüm üreten düşünceler de ıslak bir sabun gibi avucumuzdan kayarak gitti, gidiyor. Bizler ise o sabunun arkasından biçare bakakalıyoruz. Ve en acısı da imkan denizinde yüzerken imkansızlıktan boğulmak, çözüm varken de adeta bir sorun enflasyonuna maruz kalmak.
Günümüze baktığımızda hayatımızı, düşüncemizi, gençliğimizi kemiren sığ fikirler bataklığına saplanmış bir neslin Çanakkale ruhundan anladığı nedir, yaşadığı nedir? En iyi kaptan bile açık okyanuslarda rotası, pusulası olmadan yol alamaz. İşte bir milletin de en önemli rotası, pusulası tarihidir, geçmişidir. Adeta geçmiş, geleceğin aynasıdır.
Bugün tarihe kök salmış asırlık çınarların gölgesinde, farklı yapılara sahip insanlarla birlikte ortak bir kompozisyon yazarak, rahat bir yaşam sürüyor isek bunu geçmişimize borçluyuz. Çünkü her bir çınar ağacında o günleri yaşayan ve bugünleri bize yaşatanların düşmana siper olan bedenlerinin ve yaşatma sevdasıyla dolu kocaman yüreklerinin izleri var.
Yaşamak güzeldir lakin yaşatmak daha güzeldir. Gün gelir yaşam biter, kara toprak olup gidersin. Ancak yaşatmayı misyon edinip yaşatırsak, asla kaybolup gitmeyecek bir miras bırakmış oluruz. Mirasın en güzeli ise kalıcı olanıdır. Tükenmeme üzerine kurulmuş bir hazinedir, yaşatmak.
Çanakkale ise yaşama-manın ve yaşatmanın en büyük göstergesidir. Bırakın kendisi için yaşamayı, başkası için yaşama-mayı düşünen ecdadın torunları olarak silkelenip kendimize gelmenin vakti çoktan geldi, geçti bile. Millet olarak tek derdimiz toprağa tohum ekmek olmalı, hasadı yaparız ya da yapamayız. Yaşamdaki en büyük gerçek gaye de zaten bu değil midir? Hasat derdine düşmeden, hiçbir beklenti içine girmeden sadece ve sadece tohum ekmeliyiz. Gün gelir elbet hasat da olur, hasat eden de olur. Ancak tohum ekmeden ne hasat ne de hasat eden olur.
Son olarak bugün yaşadığımız bu topraklara ekilen tohumlar, oluk oluk akan kanlarla sulanmamış olsaydı, bizlerin bugün bu hasadı yapma ihtimali en fazla suya yazı yazabilmenin ihtimali kadardır. Bu gerçeği bir lahza olsun dimağlarımızdan çıkarmamalı ve çıkartmamalıyız. Tüm insanlığının kalıcı barış içinde, kan akıtmadan yaşayabildiği bir dünya için ekilen tohum yağmurlarında ıslanabilmek ümidiyle…