​Yaşlanıyoruz, ama Yaşlanmayı Biliyor muyuz?

Eskiden gerekçemiz var: Bizi ilgilendirmez, endüstri ülkeleri düşünsün. Yaşlanan onlar biz genciz. Bugün Türkiye dünyanın sayılı ekonomilerinden biri; endüstri ülkesi değil. Fakat oraya doğru gidiyoruz. Buna rağmen hala aynı gerekçede kalınabilir diye düşünenler olabilir. Bize ne; onlar düşünsün.
Fakat kazın ayağı öyle değil. Yaşlanma bugün evrensel bir olgu, yani sadece endüstri ülkelerini ilgilendirmek tamamen uzaklaştı. Hatta gelişmekte olan ülkelerin toplumları, yani aralarında Türkiye yer alıyor, endüstri ülkelerinden çok daha hızlı yaşlanıyorlar. Daha şimdiden doğumda erkekler 74 yıl, kadınlar 80 yıl yaşam beklentisine sahipler. Endüstri ülkeleriyle aradaki fark, bu bağlamda kapandı kapanacak.
Ancak yaşlanma ve yaşlılık üzerine bilgi konusunda aynı şeyi maalesef söyleyemeyiz. Gerontolojik bilgi açısından bakıldığında endüstri ülkeleriyle aramızda, onların lehine, çağlar var. Ve işin en kötüsü, gerontolojik alandaki bilgi noksanlığından şikâyet eden kimse yok. Onlar araştırıyor, buluyor, bize satıyor. Biz ise sadece gerontolojik bilginin tüketicisi konumundayız.
Toplumsal yaşlanma evrensel bir olgudur dedim. Türkiye’de son zamanlarda daha çok çocuk talepleri geliyor politikadan. Halbuki 2035 yılından itibaren dünya nüfusu azalmaya başlayacak. Birleşmiş Milletlerin bu öngörüsünü dikkate alınca, daha fazla çocuk talebinin anlamsızlığı da kendiliğinden anlaşılıyor. Bize daha çok çocuk değil, daha sağlıklı, daha başarılı yaşlanan insanlar lazım. Bunu sigara paketlerinin üzerine konulacak caydırıcı resimlerle de elde edemeyiz.
Toplumun yaşlanmasının sebebi yaşam süresinin uzaması ve doğumların azalmasıdır. Bunun sonucunda nüfusta yaşlı oranı artıyor. Türkiye’de olduğu gibi dünyanın diğer ülkelerinde de bunu görüyoruz. Toplumumuz yaşlandığına göre neler yapmalıyız?
Birincisi; yaşlanmayı yaşamdan koparmayı, sanki yaşamın bir parçası değilmiş gibi görmeyi artık bırakmalıyız. Kabak tadı veren ve yanlış olan bu tutum yüzünden yaşlılarımızı toplumdan soyutladığımızı kabullenmeliyiz ve göstermelik saygıdan vazgeçip, yaşlıya değil, ömür boyu yaşlanan insana saygıyı ön plana çıkarmalıyız.
İkincisi; sosyal politikalarda yaşlıları göz ardı etmekten vazgeçmeliyiz. Yaşlılığın, yaşamın devamlı uzayan yaşam dönemi olduğunu görmeliyiz ve uzayan yaşlılık dönemini yapılandıran sosyal politikalara yönelmeliyiz. Bunun içinde sosyal güvenlikten sağlık politikalarına, bariyersiz çevrelerin yaratılmasından bakıma muhtaçlığa varıncaya kadar bütün konuların yaşlılıkla bağlantılarını kavrayıp, sosyal politikaları yapılandırmaya başlamalıyız. Sosyal politikalardan sorumlu aktörlere de sorumluluklarını daha iyi yerine getirmelerini sağlayacak olan olanaklar yaratmalıyız. Bunun başında gerontolojik bilgi geliyor. Çünkü yaşlanma süreçlerini ve yaşlılığı yapılandırmanın yolu, bu bilgilerden geçiyor.
Üçüncüsü; toplum olarak yaşlanma ve yaşlılıkla ilgili tutumlarımızı ve davranışlarımızı değiştirmeliyiz. Yaşlısına daha duyarlı, daha insancıl, daha saygılı bir toplum olmak zorundayız. Çünkü hiçbirimiz gençleşmiyoruz.
Bütün bunları başarabilecek yeteneklerimiz var mı? Şüphesiz bu yeteneklerin sahibiyiz, ama bu yetenekleri harekete geçirecek olan motivasyon ve bilginin eksikliğini de görmek lazım. Bunun için zaman henüz geç değil, ama gecikebiliriz. Toplumumuz hızla yaşlanıyor. Bunu durdurma şansına sahip değiliz. Doğurganlığın artmasını umut edemeyiz. Buna karşın sağlıklı, mutlu ve başarılı yaşlanan insanları çoğaltabiliriz. Ama bunun için önce bilgiye ve bilime inanmak ve güvenmek lazım. Cehaleti övmek ve ona sarılmak yerine, bilimin akılcı, tarafsız ve tartışmasız gücüne sarılmalıyız. 21.yüzyılın üstesinden cehaletle değil, bilgiyle gelinebilir ve bu bilginin içinde gerontolojik bilgi şüphesiz en önemli bilgilerden biridir.