Antakya’ya yaklaşık 35 kilometre mesafede yer alan Yayladağı, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yaptı. Eski adıyla ‘İskenderun’un yaylası’ anlamına gelen bu topraklar, Roma’dan Bizans’a, Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar birçok uygarlığın izlerini taşıyor. Arkeolojik bulgular, ilçenin tarihinin M.Ö. 2000’li yıllara kadar uzandığını gösteriyor. Coğrafi konumu itibariyle hem askeri hem ticari açıdan önem taşıyan Yayladağı, tarih boyunca birçok kez el değiştirdi ve her dönemden izler günümüze ulaştı.

Osmanlı döneminde önemli bir yerleşim yeri olarak kayıtlara geçen ilçe, 20. yüzyılın başlarında yaşanan sınır değişiklikleriyle bugünkü Türkiye-Suriye hattının şekillenmesinde kilit rollerden birini üstlendi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte önce nahiye, ardından 1945 yılında ilçe statüsüne kavuşan Yayladağı, bugün hem tarihi dokusunu koruyan yapıları hem de doğal güzellikleriyle dikkat çekiyor. Günümüzde sınır kapısıyla da adından söz ettiren Yayladağı, geçmişten bugüne taşıdığı tarihsel mirasla yalnızca bir ilçe değil, aynı zamanda Anadolu’nun derinliklerinden süzülüp gelen bir kültür mozaiği olarak varlığını sürdürüyor.

PEKİ, YAYLADAĞI İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Yayladağı isminin kökeni, ilçenin tarih boyunca ‘yayla’ olarak kullanılmasından geliyor. Özellikle Osmanlı döneminde çevredeki Türkmen aşiretlerinin yaz aylarında serinlemek ve hayvancılık yapmak amacıyla bu bölgeye çıkmaları, yöreye ‘yayla’ kimliği kazandırdı. Dağlık yapısı ve yüksek rakımı nedeniyle ‘yayla’ olarak anılan bu bölge, zamanla ‘Yayladağı’ adını aldı ve bu isim, halk arasında benimsendiği gibi resmi kayıtlara da geçti.
 

Muhabir: YUSUF ÖZTÜRK