Bazı sabahlar öyle bir güne uyanırsınız ki, o gün hiç yaşanmasın istersiniz.

İşte dün de öyle bir sabaha uyandık.

Ülkemizin son yıllarda yaşadığı en büyük afetlerden birisini yaşadık.

Diğer bir deyimle son 100 yıldaki en büyük ikinci deprem felaketi ile karşı karşıya kaldık.

10 ilde, binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti binlercesi yaralandı.

Binlerce bina yıkıldı.

Hatta neredeyse birkaç saat arayla iki büyük depremi artı ardına yaşadık.

Yıllardır aynı şeyleri söylüyoruz, konuşuyoruz, dinliyoruz…

Deprem değil, binalar öldürür.

Evet, aynen binalar öldürüyor.

Ancak bizler Marmara depreminde de, Van depreminde de, Elazığ depreminde de, İzmir depreminde de ne duyduysak aynılarını dün yine dinledik.

'Artık bu son olsun', 'Yaraları saracağız', 'Tedbirleri alacağız' gibi klişe laflar…

Son oldu mu?

Hayır, olmayacakta.

Peki biz tedbirleri aldık mı?

Ne yazık ki hayır…

Bırakın tedbir almayı, fay hattının üzerine havalimanı yaptık.

İlk depremde hastaneler yıkıldı.

Belediyeler çöktü.

Allah aşkına bu kadar da olabilir mi?

En ağır depreme dahi dayanıklı olması gereken hastane ilk depremde yıkılabilir mi?

Fay hattı üzerine havalimanı yapmayı hangi mühendisliğe, hangi matematiğe hangi akla ve mantığa sığdırabiliriz?

Binaları denetlemesi gereken belediyenin depremde yıkılmasını nasıl izah edebiliriz?

Maalesef üç gün yine aynı lafları dinleyeceğiz, duyacağız, konuşacağız.

Sonrası mı?

Sonrasında hepsi unutulacak. Ta ki bir başka felakete kadar…