Sokaklarda, meydanlarda seçim havası yok. Reklam panoları, afişler konuşuyor; ama kent suskun. Mitingler, lider ziyaretleri filan da olmasa yaprak kımıldamayacak sanki. Ortam böyle olunca gözlem yapmak, sonuç çıkarmak da epeyce müşkül… Elde sadece anketler kalıyor.  Anketler giderek ortaklaşmaya, birbirine yakın rakamlar vermeye başladı. Görünen bir kopuş, arayı açma filan yok. Asıl manzara ise bu hafta görülecek. Herkes barutunu bu etaba saklıyor. Sandığa iki hafta kaldı. Son haftaya girildiğinde tablo netleşmiş, tercihler oluşmuş, yaklaşık rakamlar ortaya çıkmış olur. Bu son düzlükte seçmen iradesini değiştirmek pek mümkün olmaz. Son haftayı çıkarttığımızda da elde sadece bu hafta kalıyor. Yani herkes, bütün partiler, adaylar bu haftaya asılacak, son kozlar da masaya sürülecek.

Çılgın projeler iflas etti

Bu yerel seçimlerin daha öncekilerden ciddi bir farkı var. Daha önceki seçimlerdeki ‘çılgın projeler’ çılgınlığı bitti. Bunların işe yaramadığı bir önceki seçimlerde anlaşıldı. Büyükşehirlerin neredeyse tamamını CHP’ye kaptıran AKP, artık ‘çılgınlık’ peşinde koşmuyor. AKP’nin Antalya’da yaptığı son çılgınlık olan Boğaçay projesi elli yerinden patladı, ne rantiyeye faydası oldu, ne de vatandaşa. Bilim insanlarının yaptığı bütün uyarılara rağmen gerçekleştirilen Boğaçay projesinin doğanın dengesini bozduğu, kumsalı yok ettiği, kıyılarda geri dönülmez tahribata yol açtığı acı bir şekilde görüldü. Boğaçay projesini, “Bu da benim çılgın projem” diye pazarlayan Menderes Türel hem seçim kaybetti, hem de bu dönem aday gösterilmeyerek cezalandırıldı. Bütün bunlardan ders çıkaran siyaset, artık ‘çılgınlık’ peşinde koşmuyor.

 

Herkes için sosyal belediye

Çılgınlığın yerine ‘sosyal belediyecilik’ aldı. Hayatın her alanına yayılan ekonomik kriz, giderek derinleşen yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı belediyelerin uçmasına, kaçmasına engel oluyor. Son yıllarda birbirini izleyen orman yangını, sel felaketi, deprem gibi afetler imar politikalarını, ruhsatları, projeleri, kent suçlarını sürekli gündeme getirdi. Kurutulan göllerin üzerine kurulan havaalanları, hastaneler, şehirler çöktü, dere yataklarına yapılan ilçeler sele kapılıp gitti, orman arazisine yayılan köyler yandı kül oldu. Böyle bir atmosferde ‘çılgın proje’lerden, dev tesislerden, yeni yapılaşma alanlarından, betondan, çimentodan bahsedeni her halde döverler. Bunu hepimizden daha önce ve daha iyi gören siyaset esnafı da hemen dil, tarz, söylem ve ideoloji değiştirdi. Kanal İstanbul projesi bile ağza alınmıyor. Oysaki AKP İstanbul’u kazanırsa ilk iş o projeyi raftan indirmek olacak. Fakat şimdi tepki çekmemek, seçmeni kızdırmamak, evdeki bulgurdan da olmamak için kulaklarını üzerine yatıyor, bu proje hiç yokmuş gibi davranıyor, hatta icap ederse yalanlıyorlar.

Halkın ekmeği afişlere çıktı

İşte bütün bu faktörler seçim kampanyalarını ‘insanileştirdi’. Sosyal belediyecilik, toplumsal vaatler, et, ekmek, süt, kira desteği öne çıkmaya başladı. 22 yıldır ülkeyi yöneten, ekonomiyi bu hale getiren AKP’nin belediye başkan adayları bile yoksulluğa yönelik söylemlerde bulunuyor, kira desteği, ek gelir, bütçeye katkı gibi vaatler savuruyorlar. Ekonomik krizin, yoksulluğun, yoksunluğun müsebbibi, sanki bunlarla hiçbir ilgisi yokmuş gibi sırıtıyor billboardlarda. Zannedersiniz ki kötü gidişin, ekonomik çöküşün, dar boğazın, doğa katliamının, iklim felaketinin sorumlusu sol siyasetler. Aslında bütün bunlara pozitif bir pencereden de bakılabilir: Yerel seçim kampanyaları toplumdan, halktan, emekten, emekçiden yana vaatlerle şekilleniyor. Müteahhitleri ihya edecek ‘çılgın projeler’in yerini, halkın ekmeği, sütü aldı. Bu da bir şeydir.