Kaz Dağlarında ağaç katliamını protesto eden çevrecilerin gözaltına alındığını yazdı gazeteler.

Doğal güzelliği ve beyaz kumsalıyla Türkiye'nin Maldivleri olarak tanımlanan Salda Gölü, millet bahçesi bahanesiyle tarumar edildi ve çevreci gazetecilerden Yusuf Yavuz fotoğraflarla bunu belgeledi.

Sonra, koronavirüs nedeniyle sokağa çıkma yasakları, sosyal mesafe yürüyüşleri ve maskeli ihale günleri başladı...

Derken, Antalya'nın ve güzel yurdumuzun dünyaca ünlü kıyılarından, mitoloji ve arkeolojide adı geçen Olimpos kıyılarında da bir şeyler dönmeye başladı...

Bellerophontes efsanesinin geçtiği kıyılarda kültür turizmine değil; yine deniz ve kuma yönelik yeni yatırımlara zemin hazırlanıyordu.

Dedim ya, virüslü günlerden geçildiği için 10 çevreci bir araya gelip demokratik hakkın olan protesto yapamıyorsun, ancak sosyal medyada düşüncelerini kamuoyuna aktarıyorsun...

Antalya Kent İzleme Platformu ve Salda Gölü Koruma Derneği çevre konusunda duyarlı paylaşımlarıyla insanları bilgilendirme çalışmalarını sürdürüyor...

Doğanın düzenini bozarsan, gün gelir o da senin düzenini bozar.

İşte tüm dünyada yaşanan doğanın intikamıdır...

Yüzlerce zeytin ağacını kesmek de ne ola ki?

ŞEF SEALTH'IN BAŞKAN'A YAZDIĞI MEKTUP

Sealth, Suquamishe ve Duvamish kabilesinin şefidir ve 1786-1866 yılları arasında bugünkü Seattle şehri topraklarında yaşamıştır. Daha sonra beyazlar da geldiğinde yeni yapılan şehre Şef Sealth'a saygıdan dolayı Seattle adını vermişlerdir.

Şef, 1854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce'a bir mektup yazar.

Çünkü Washington'daki 'Beyaz Reis' onlardan topraklarını satın almak istemektedir.

Mektubun orijinali, Seattle'a yakın bir ada olan İndianola'da müzededir... Totemler altındaki mezarı da bu ada üzerindedir.

Doğa ve insan ilişkileri üzerine yazılmış, üzerinden 176 yıl geçmesine karşın önemini hiç yitirmemiş olan mektuptan altını çizdiğim satırlar:

'(...) Biz yine de onun teklifini düşüneceğiz, çünkü satmazsak beyaz adamın belki de silahla gelip toprağımızı alacağını biliyoruz.

Gökyüzü nasıl alınır ya da satılır, ya da toprağın ısısı? Bunu düşünemeyiz bile biz. Havanın tazeliğine, suyun pırıltısına biz sahip değiliz ki siz bizden onları satın alasınız. Kararımızı vereceğiz.

Beyaz kardeşlerimiz mevsimlerin geri geleceğine nasıl inanıyorlarsa Washington'daki Büyük Reis de Reis Seatht'ın dediklerine öylesine inanmalıdır. Benim sözlerim yıldızlar gibidir, hiç kaybolmayacaklardır. Yeryüzünün her bir noktası halkım için kutsaldır. Her bir parıldayan çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanlardaki sis, ağaçsız köşe, vızıldayan böcek halkımın düşüncesinde kutsaldır. Ağacın içinden yükselen özsu kızılderililerin anılarını taşır içinde.

Beyazların ölüleri yıldızlar arasında dolaşmaya gittiklerinde, doğdukları toprakları unuturlar, bizim ölülerimiz ise bu harika toprağı hiç unutmazlar. Çünkü o bizim anamızdır. (...) Kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyikler, atlar, büyük kartal da erkek kardeşlerimiz... Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, midillinin ve insanın vücut ısısı hep aynı aileye aittir. (...)

Derelerimizde ve nehirlerimizde akan yalnızca su değil, atalarımızın kanıdır. Size toprağı satarsak bilesiniz ki o kutsaldır. Çocuklarınıza onun kutsal olduğunu öğretin. Nehirler kardeşimizdir; susuzluğumuzu giderir, kanolarımızı taşır, çocuklarımızı birbirine yaklaştırırlar. (...) Beyaz adamın bunu anlamayacağını biliyoruz. Onun için bir toprak parçasının diğerinden farkı yoktur. Çünkü o bir yabancıdır, çünkü gece gelir ve istediği toprağı alır. Toprak onun kardeşi değil, düşmanıdır. (...) Anası olan toprağa ve onun kardeşi göğe koyun ya da pırıltılı incilermişçesine satılacak eşya muamelesi yapar. Beyazların açlığı toprağı tüketecek, geride hiçbir şey bırakmayacak, tıpkı bir çöl gibi. (...)

Toprak anamızdır. Toprağa ne olursa, toprağın çocuklarına da aynısı olur. İnsan toprağa tükürürse kendi suratına tükürmüş olur. Çünkü biliyoruz ki, toprak insana değil, insan toprağa aittir, bunu iyi biliyoruz. Kan nasıl bir aileyi birleştirirse, her şey de öyle birbirine bağlıdır. Toprağa ne olursa toprağın çocuklarına da aynısı olur. Yaşamın dokusunu insan yaratmadı, o, dokunun içinde yalnızca bir iplikçidir. Siz o dokuya ne yaparsanız aynısını kendinize yapmış sayılırsınız.'

* * *

Uzun mektuptan özetleyebildiklerim bu satırlar.

Demek ki neymiş; toprağı sev, onu koru.

Talan edip yağmalama!