KÜLTÜR - SANAT

Antalya topraklarından edebiyatın büyülü dünyasına

Alanya’nın tarihi sokakları arasında, Akdeniz’in maviliklerinde doğan Selahattin Enis Atabeyoğlu, henüz çocuk yaşlarda kalemi eline alarak edebiyatın büyülü dünyasına adım attı. Doğduğu kentin doğasının ve tarihinin izlerini taşıyan yazıları, onun ruhunun derinliklerindeki tutkuyu ve özgürlüğü yansıttı. Atabeyoğlu, gazetecilik kariyerinde olduğu gibi edebi eserlerinde de iz bırakarak, adını Türk edebiyatının unutulmazları arasına yazdırdı

Selahattin Enis Atabeyoğlu, Akdeniz’in masmavi sularının süslediği Alanya’da, 1892’de güneşin sıcaklığının hissettirildiği bir günde dünyaya geldi. Her ne kadar bazı kaynaklarda doğum yeri Antalya olarak belirtilse de, oğlu Cem Atabeyoğlu, babasının doğum yeri olarak her zaman Alanya’yı işaret etmiş. Alanya’nın deniz kokan sokaklarında büyüyen Selahattin, çocukluğunda doğanın şiirselliği ile tanıştı ve yazı yazmaya olan ilgisi bu büyülü ortamda filizlendi.

İLK YAZMA SERÜVENLERİ
Edebiyata olan merakı daha küçük yaşlarda kendini belli etti. Ailesi, Selahattin’in geceleri sabahlara kadar süren yazı yazma çabasına karşı çıksa da, onun tutkusunu engelleyemediler. Annesi ve babası, oğullarının yazı masasının başında geçirdiği uzun saatler boyunca derslerine yeterince zaman ayırmadığını düşünerek endişelenirdi. Ancak Selahattin’in içindeki yazma aşkı o kadar kuvvetliydi ki hiçbir engel bu tutkuyu söndüremedi.

İlk eseri, ‘Gurup ve Guruptan Sonra’ başlıklı yazısı, 1909 yılında, o daha 17 yaşında bir gençken Resimli İstanbul mecmuasında yayımlandı. Bu yazıyı, aynı mecmuada yer alan ‘İptida-i Aşk yahut Uzaklarda’, ‘Baykuşlar’ ve ‘Pembeliklerde… Maviliklerde’ adlı üç eser daha takip etti. Bu dönem, Selahattin Enis’in yazı hayatının dönüm noktasıydı ve genç bir yazar olarak tanınmaya başlamıştı.

HAYATININ GETİRDİĞİ İLHAM
Atabeyoğlu’nun babası memuriyeti nedeniyle sürekli yer değiştiriyordu. Aile, Antalya, Urfa ve Konya gibi Anadolu’nun farklı şehirlerinde uzun süreler geçirdi. Her taşınma, Atabeyoğlu için yeni bir dünyayı keşfetme fırsatıydı. Babasının emekli olmasıyla birlikte, aile İstanbul’a yerleşti. İstanbul’un hareketli yaşamı, Atabeyoğlu’na bambaşka bir ilham kaynağı sundu.

EĞİTİM YILLARI VE ASKERLİK
Eğitim hayatına Konya’da başlayan Atabeyoğlu, İstanbul’da önce Maçka Rüştiyesi’ne, ardından Tophane İdadisi’ne devam etti. İdadinin taş duvarları arasında, klasik edebiyatın derinliklerine daldı. Kısa bir süre Mekteb-i Tıbbiye’de yükseköğrenim gördü ancak tıbbın sert kuralları ona uygun değildi. Bu nedenle, gönlündeki hukuk aşkının peşinden giderek Darülfünun’un Hukuk bölümüne geçti.

Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, eğitim hayalleri yarıda kaldı. 1914-1918 yılları arasında İstanbul’da ihtiyat zabiti olarak görev yaptı. Savaşın zorlu günlerinde, Atabeyoğlu kalemini ve defterini bir kenara bırakmadı; savaş meydanlarının karanlık hikayeleri, onun yazılarında yankı buldu.

GAZETECİLİĞE ADIM
1910 yılında Tanin gazetesinde başladığı gazetecilik, Atabeyoğlu’nun hayatında yeni bir dönemin başlangıcıydı. Otuz yıl boyunca, gazeteciliğin değişen dinamiklerine ayak uydurarak mesleğini büyük bir tutku ile sürdürdü. 1919 yılında, Kaplan adlı bir dergi çıkardı. Ancak sansür kurulunun ikinci sayının yarısını sansürlemesi, derginin kısa ömürlü olmasına neden oldu. Yine de Atabeyoğlu, yazılarının özgürce yayımlanacağı yeni mecralar bulmakta gecikmedi. Payitaht, İkdam, Vakit, Cumhuriyet ve Son Posta gibi pek çok önemli süreli yayında çalışarak gazetecilik kariyerini devam ettirdi.

Gazeteciliğinin yanında, memuriyet hayatına da aralıklı olarak devam etti. Ancak Atabeyoğlu’nun asıl tutkusu her zaman edebiyat oldu. İlk romanı, ‘Neriman, Baharlar yahut Hazanlar’ 1912 yılında kitap olarak yayımlandı. Bu eser, Atabeyoğlu’nun roman dünyasına attığı ilk adımdı ve okuyucuların büyük ilgisini çekti.

SON YILLAR
1923 yılında Suat Hanım’la hayatını birleştiren Atabeyoğlu, bu evlilikten bir oğul sahibi oldu: Cem Atabeyoğlu. Oğlu, ilerleyen yıllarda gazeteci, spor yazarı ve tarihçi olarak babasının izinden gitti. Selahattin Enis’in hayatı, büyük zorluklar ve başarılarla dolu bir hikayeydi. Ne yazık ki 11 Haziran 1942’de zatürre nedeniyle hayata veda etti. Ancak arkasında bıraktığı eserler, onun edebi mirasını nesiller boyunca yaşatmaya devam etti.