28 Haziran 1918’de sıcak bir Akdeniz gününde, doğanın kucakladığı bir ruh Behçet Gürcan, hayata gözlerini açtı. Akseki'nin o huzur dolu sakinliğinde doğan Behçet, ileride sanat dünyasına damga vuracak bir hikayenin başlangıcını yazıyordu.
YETENEKLE YOLCULUK
Parasız yatılı sınavını kazanarak adımını İzmir Muallim Mektebi'ne atan Behçet Gürcan, sanatın büyülü dünyasıyla tanışmıştı bile. Burada, resme olan doğal yeteneği parlamaya başladı. Fırçasını tuvale dokundurduğunda, ruhuyla renklendirdiği her çizgi, geleceğe ışık saçıyordu.
ATATÜRK'ÜN İZİNDE
Askerlik görevini yerine getirirken, Türkiye'nin kalbinde, Atatürk'ün naaşının nakli sırasında ön saflarda yer alması, Behçet Gürcan'ın yaşamında unutulmaz bir an olarak kazındı. Atatürk hayranı olan Behçet, bu duyguyu resimlerine yansıtmaktan çekinmedi. Bir okulun Atatürk portresiz olamayacağını düşünerek, üç muhteşem portreyle okulu donattı ve bu jestiyle yüreklerde taht kurdu.
EĞİTİMİN IŞIĞINDA
Behçet Gürcan, bir ressam olduğu kadar idealist bir öğretmendi de. Gazi Terbiye Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra, sanatı genç nesillere aşılamak için öğretmenlik yolunda ilerledi. Erzurum'dan Antalya'ya, sanatın ışığını tüm öğrencilere taşıdı. Onun ellerinden geçen her öğrenci, sanatın büyüsünü yaşamış birer ruh haline dönüştü.
İTALYA'NIN BÜYÜSÜ
Bir gün, İtalya'nın masalsı güzellikleri çağırdı Behçet Gürcan'ı. Müzelerin ve sanatın kalbi, onu çağırıyordu. Roma'nın eski sokaklarında, Firenze'nin büyülü atmosferinde, Napoli'nin sıcaklığında resimler yaptı. İtalya'da açtığı sergilerle adını duyurdu, sanatın evrenselliğini tüm dünyaya gösterdi.
Uzun yılların ardından, emeklilik çağı geldi Behçet Gürcan'ın. Ancak sanatı bırakmadı, öğrencilerinin ve sevenlerinin yanında oldu. 2 Haziran 2001'de yaşamdan ayrılsa da, bıraktığı izler hala taze. Onun ruhu, resimlerinde, öğrencilerinde, sanatseverlerin yüreklerinde sonsuza kadar yaşayacak. Behçet Gürcan, sanatın eşsiz yolculuğunda izini bırakan büyük bir ressamdı.