Diyarbakır, tarihin derinliklerinden gelen bir şehir. Nehir gibi akıp giden zaman içinde, her köşesi bir başka medeniyetin izlerini taşıyor. Şehir, Mezopotamya'nın kuzeyinde yer alıyor ve M.Ö. 3000'li yıllarda tarihi kaynaklarda ilk defa varlığına rastlanıyor. O zamanlar adı Amida'ydı. Urartular’a ait olan kent, surlarla çevrilmişti. Adeta korunaklı bir kale gibiydi. Tarih, Amida’nın etrafında dönerken Asurlular, Persler ve sonra Büyük İskender de bu topraklara adım attı. Zaman ilerledikçe şehir Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girdi, sonra Bizanslılar, onun ardından Araplar… 7. yüzyılda Araplar Diyarbakır’ı fethetti ve şehir, İslam dünyasının önemli merkezlerinden biri haline geldi. Medreseler, camiler, türbeler çoğaldı. Diyarbakır, tüm bu medeniyetlerin izlerini taşırken bir kültür birikiminin merkezi oldu.
12. yüzyılda, Selçuklular Diyarbakır’a geldi ve kısa süre sonra Artuklu Beyliği şehri ele geçirdi. Artuklu döneminde, şehir adeta altın çağını yaşadı. Şehirdeki büyük taş yapılar, minareler ve kervansaraylar, şehrin gücünü ve zenginliğini gözler önüne seriyordu. Ulu Camii, Dicle Köprüsü, Hevsel Bahçeleri, zamanla bu şehri hem görkemli bir tarih hem de saf bir estetikle tanımlayan yapılar haline geldi. Osmanlı İmparatorluğu, Diyarbakır’a geldiğinde şehir, bu kez askeri bir üs olarak kullanıldı ancak zamanla sadece askeri değil, ticari ve kültürel açıdan da önemli bir merkez oldu. Diyarbakır, o dönemde de büyük bir gelişim gösterdi fakat huzurlu günler hemen her zaman kısa sürdü. 19. yüzyılda, bu şehirdeki huzurdan daha çok çatışmalar ve siyasi gerginlikler öne çıkmaya başladı.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Diyarbakır, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir parçası oldu. Diyarbakır, kendisini yeniden bulmaya çalışırken bir yanda da geçmişin izleriyle barış yapmaya çalıştı. Kültürel kimliğini, tarihsel zenginliklerini yaşatmaya çalışan Diyarbakır, her köşesinden farklı bir sesin yükseldiği bir yer haline geldi. Bugün Diyarbakır, geçmişin onurlu hatıralarıyla dolu bir şehir olarak varlığını sürdürüyor. Diyarbakır surları, Ulu Camii, Hevsel Bahçeleri ve daha pek çok yapıyla tarihe tanıklık ediyor. Bu topraklarda zaman, sadece bir çizgi değil, bir öykü ve her bir sokak, her bir taş, her bir insan, bu öykünün parçası.
PEKİ, DİYARBAKIR İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Diyarbakır’ın adı, tarih boyunca pek çok kez değişti. Her değişim, şehri etkileyen medeniyetlerin izlerini taşıyor. M.Ö. 200’lü yıllarda Asur hükümdarı Adad-Nirari’nin kılıç kabzasında bir isim yazıyordu; Amid. Roma ve Bizans’ın yazıtlarında da bu isim farklı biçimlerde geçiyor; Amid, O’mid, Emit, Amide… 11. yüzyılda Türkmenler Diyarbakır’a adım attı. Şehirdeki siyah taşları gören Türkmenler, bu taşların göz alıcı karanlığından etkilenerek şehre Kara Amid adını verdi. Müslüman Araplar şehri fethettiklerinde, buraya yerleşen Bekr adlı kabile nedeniyle şehir Diyâru Bekr, yani ‘Bekr’in Yurdu’ olarak anılmaya başlandı. Bu isim şehirle bütünleşti, köklerini derinlere saldı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehre Diyarbekir denmeye başlandı ancak bu isim, sadece şehrin merkezini değil, çevresindeki geniş bölgeyi ifade ediyordu. Yıllar geçtikçe 1867’de Diyarbekir vilayet ilan edilince şehri tanımlamak için bu isim kullanıldı. 20. yüzyılın ortalarına doğru, bir değişim zamanı daha geldi. 17 Kasım 1937 gecesi, Atatürk, Diyarbekir’den Elazığ’a trenle geçiyordu. O gece, bir dil tartışması başladı. Türk Dil Kurumu’na bir telgraf gönderildi. Şehir, artık Diyarbekir değil, Diyarbakır olarak anılmalıydı. Telgrafta şöyle deniyordu: "Diyarbekir şehri isminin etimolojik olarak ‘Bakır memleketi’ anlamına gelen Diyarbakır olması gerekmektedir. Bu ismin kabul edilmesini ve tarihsel ile dilsel araştırmaların yapılmasını tavsiye ederim" İşte o günden sonra, şehir Diyarbakır olarak resmen tanınmaya başlandı.