Son günlerde ülkemizde üst üste yaşadığımız doğa olaylarının önlenemeyen yıkıcı sonuçlar doğurması hepimizi derinden üzmüştür.

Çok sayıda insanımızın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminden bugüne 22 yıl geçmiş, Düzce, Elazığ, Van, Denizli'de yaşanan depremlerin yanı sıra Türkiye'de birçok can ve mal kaybına neden olan deprem meydana gelmiştir. Ayrıca Ordu'da, Bursa'da, Rize'de ve son olarak Batı Karadeniz'de yaşanan sel felaketleri gibi bugüne kadar gerçekleşen doğal afetlerde birçok canlı ve insanımız etkilenmiş ve birçokları yaşamını kaybetmiştir.

Geçmişten günümüze yaşadığımız yanlış kentleşme politikaları ve bu politikaların mekana etkisi, şehircilik ilke ve esaslarına aykırı yapılaşmış yerleşimler, küresel iklim değişikliğinin etkilerinin her geçen gün arttığı günümüzde yaşadığımız yerleşmelerde doğal tehlikelerin yarattığı riskleri önleme noktasında bütüncül planlama çalışmalarımızın bulunmayışı ve afet politikamızın olmaması doğal olayların afete dönüşmesinde ve bu afetlerde can ve mal kayıplarımızın daha da artmasına neden olmuştur.

Şehirler nüfusun yoğunlaştığı, sosyal kültürel ve ekonomik faaliyetlerin en güçlü buluşma alanları olarak her türlü tehlike/tehdit karşısında etkilenme olasılığı yüksek olan yerleşmelerdir. Yerleşmelerin afetlere dirençli bir anlayışla planlanabilmesi afet gerçekleşmeden önce şehrin sistemsel işleyişine ve mekansal kurgusuna yönelik kararların alınması ile mümkün olmaktadır. Bu kararlar genel olarak yapılaşma ve imar alanlarının yer seçim kriterlerinden, ulaşım kararlarına, tarım ve orman alanlarının, doğal, tarihi ve kültürel dokunun koruma kararları, şehircilik ve planlama esaslarına, standartlara, kanun ve yönetmeliklere uygunluk kriterleri, doğal olayların afete dönüşmesine olası alanlarda yapılaşmaya izin verilmemesi, yeni yerleşim yerlerinin yapılaşma kararlarına nüfusun ihtiyacı olana sosyal ve teknik donatı alanlarının planlanması, yeni yerleşimlerin doğal ve fiziksel dokuya uygun tasarım kararlarına kadar birçok konuyu kapsamaktadır. Bütün bunların sonucunda amaç güvenli yaşam alanları ve sürdürülebilir bir çevrenin oluşturulmasıdır.

Bugün geldiğimiz noktada bir deprem ülkesi olarak her an risk altında olmamıza rağmen, kalıcı çözümler oluşturulmamış, planlı adımlar atılmamış, bunun yanında imar barışı altında imar affı düzenlemesi ile kaçak yapılar yasallaştırılmış, doğal alanlarımız ve kıyılarımız plan değişiklikleriyle farklı kullanımlara dönüştürülmüş, açık-yeşil alanların zarar görmesine neden olunmuş, kamusal yaşam alanlarımız bu durumdan olumsuz etkilenmiştir. Dere yataklarında yıllardır göz yumulan yasadışı yapılaşma ve benzeri ranta odaklanmış kentleşme politikaları ülkenin dört bir yanında meydana gelen sel felaketlerinin altyapısını oluşturmuştur.

Antalya kentinde yaşanan yoğun göç kentimizi en fazla göç alan üçüncü kent yapmıştır. Kentimizde afetlere yönelik dirençli bir kent olma konusunda olası depremlerin meydana getireceği can ve mal kayıplarını azaltmada ve depremle baş edebilmede, deprem sonrası strateji ve eylemlerin belirlenmesine ve kentimizde bir an önce depreme dayanıklı yaşanabilir, güvenli, sağlıklı yerleşim alanlarının oluşturulması için bilim ve tekniğe uygun, kapsamlı ve bütüncül planlama çalışmalarına ihtiyaç bulunmaktadır.

TMMOB Şehir Plancıları Odası Antalya Şubesi olarak Küresel iklim değişikliğinin etkilerinin her geçen gün arttığı günümüzde toplumun tüm kesimini doğanın isyanına kulak vermeye davet ediyoruz. Bilimi önceleyen, demokratik, katılımcı, şeffaf, şehircilik planlama esaslarına uygun, doğal ve kültürel dokuya duyarlı yeni bir kentleşme politikası benimsemek, merkezi ve yerel yönetimlerin temel görevi olmalıdır. Bu düşüncelerle Deprem ve doğal afetlerde yaşamını yitiren vatandaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Şehir Plancıları Odası Antalya Şubesi Başkanı Dr. Ebru Manavoğlu