Muş’un tarihi, bir zamanlar birbirinden uzak ve farklı kültürlerin birleştiği, her köşesinde bir başka hikâye barındıran bir yolculuk gibi. M.Ö. 13. yüzyılda Urartular’ın hüküm sürdüğü bu topraklar, Nairi ülkesinin sınırlarında yer alıyordu. O yıllarda, Muş’un da içinde olduğu bölge, Urartu’nun gücünü hissettiren bir coğrafyaydı. Yıllar geçtikçe farklı medeniyetler bu topraklara adım attı. İskitler, Medler, Persler, Makedonlar… Her biri kendi izlerini bırakarak bir başka imparatorluğa yerini devretti. Roma ve Bizans İmparatorlukları, bu topraklarda hüküm süren büyük güçlerdi ancak Bizans döneminde, özellikle Ermeni Bagratuni Krallığı bu toprakları etkilemeye başladı ve Muş da bu etkileşimden payını aldı.

Kiliseler Çengili (2)

11. yüzyılda, Selçuklular’ın güçlü akınlarıyla bölgede yeni bir dönem başladı. Muş, 1100-1102 yılları arasında Ahlatşahlar Beyliği’nin egemenliğine girdi. Sonrasında büyük değişimlerin habercisi olan Malazgirt Meydan Muharebesi’nin ardından şehir yeni bir güç dengesine tanık oldu. Selçuklular’ın ve ardından gelen Osmanlı İmparatorluğu’nun zamanında, Muş bir sancak merkezi olarak önem kazandı. Osmanlı dönemi, Muş için hem yönetimsel hem de kültürel açıdan büyük bir dönüm noktası oldu. 1548 yılında, Van Eyaleti’ne bağlı olarak Muş’un merkezi olacağı dönemin ilk adımları atıldı fakat tüm bu yüzyıllar boyunca Muş, yalnızca hükümranlıkların değişimiyle değil, aynı zamanda yıkımlarla da sınandı. 19. yüzyılda, Rus işgalleri ve Ermeni isyanları şehri harabe haline getirdi. 1915’teki tehcirle birlikte Muş’taki Ermeni nüfusu bir göç dalgasına kapıldı ve şehir, hem savaşın hem de kitlesel göçlerin izlerini taşıdı. Ruslar’ın defalarca şehri ele geçirmesi ve I. Dünya Savaşı sırasında uğradığı tahribat, Muş’un eski ihtişamını kaybetmesine yol açtı.

Mus Evleri

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Muş, yeniden ayağa kalkma şansı buldu. İlk başta il olan Muş’un 1926'da il statüsü kaldırıldı ancak 1929’da yeniden il olarak teşkilatlandırıldı. Artık bu topraklarda geçmişin acı izleriyle birlikte yeni bir yaşam filizlenmeye başlamıştı. Yüzyılların geçişine, imparatorlukların yükseliş ve çöküşlerine tanıklık eden bu şehir, her zaman geçmişin ve geleceğin birleşim noktası oldu. Muş’un hikâyesi, bu topraklarda yaşayan insanların direncini ve hayatta kalma arzusunu yansıtan bir masal gibi. Tarih boyunca pek çok kez el değiştiren, yıkılan ama her seferinde yeniden yapılan bir şehir. Bir zamanlar Urartular’ın sonra Roma’nın, Bizans’ın ve Osmanlı’nın gölgesinde yükselen bu şehir, bugün hala geçmişin sesini fısıldıyor.

PEKİ, MUŞ’UN İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Muş’un adı ve kökeni, zamanın tozlu sayfalarında kaybolan, birbirine karışan rivayetlerin içinde. Bu şehir, pek çok farklı efsanenin ve anlatının birleşimi. Bir rivayete göre çok eskiden Asurlulardan kaçan bir grup İbrani kabilesi, Muş’un çevresindeki verimli ve sulak topraklara sığındı. Burada bu bereketli topraklarda yaşam kurdu ve şehre ‘Muşa’ adını verdiler. Muşa, İbrani dilinde ‘sulak, verimli, otlak’ anlamına geliyor. Bugün bile Muş’un yemyeşil, sulak arazisi bu eski adı fısıldar gibi. Başka bir rivayete göre Muş’un adı çok daha eski zamanlara dayanıyor. M.Ö. 12. yüzyılda, Ege’den gelen göçlerle birlikte Anadolu’yu istila eden Muşkiler, Toroslar’a kadar ulaştı ve bir kolu da bu topraklara yerleşti. Muşkiler bu bölgeye adlarını vererek burayı yurt edindi. Asur kaynaklarında, Muşkiler’in adları sıkça geçiyor. Bir başka anlatı ise çok daha mistik bir özlemi anlatıyor. Bu rivayete göre Muş, Hz. Nuh’un oğlu Yusuf’un torunları tarafından kuruldu. Yusuf’un soyundan gelen Muş oğulları, bu toprakları kendilerine yurt edindi ve şehir, onların izinden doğdu. Birçok kültürün, halkın ve efsanenin izleriyle şekillenen bir şehir, her zaman geçmişinin yankılarını taşıyarak bugünlere geldi. Her rivayet, Muş’un kimliğinin bir parçası, her hikâye, bu topraklarda yaşayanların geçmişten bugüne aktardığı birer yadigar.

8783Ff82 Bff4 45A6 A8F0 D3B7260A75F3

Muhabir: YUSUF ÖZTÜRK