3 Haziran 1963 tarihinde aramızdan ayrıldı.

61 yıl olmuş..

Hapishanede hastadır. Karısına şöyle seslenir;

'En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.
Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı...'

Vatan şairiydi

'Memleketim' dedikçe 'Vatan haini' damgası yedi.

Zindanlarda tutuldu.

Hep kafa tuttu.

Eğilmedi, dik durdu.

'Sol memesinin altındaki cevher hiç kararmadı'

Zulümlere direndi.

Zalimlere seslendi;

'Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

Vatan soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala' 

Yarınlar için direnenler arasında bayrağı o taşıdı.

O nedenle dünyanın en çok tanıdığı Atatürk'ten sonra, ikinci Türk'tür.

Yaşamayı çok seviyordu;

‘Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı yetmişinde bile, mesela, zeytin ağacı dikeceksin. Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için. Yaşamak, yani ağır bastığından...'

Çocukları çok sevdi.

'Çocuklara dünyaya verelim' dedi

‘Çocuklar dünyayı alacak elimizden,
Ölümsüz ağaçlar dikecekler...'

Şiir umuttur.

Şiir bahardır.

Şiir barıştır.

'Bir şairi yaşatmak için onun sanatını yaşar kılmak lazım' diyen gazeteci Semra Pelek’in, devleti yönetenlere nasıl seslendiğini hatırladım.

Şöyle sesleniyordu:

'Devletin Nazım Hikmet şiirini, sanatını, oyunlarını yücelten, tanıtan etkinliklere destek olması gerekiyor. Devletin Nazım Hikmet'e bir borcu varsa ki var, ona olan burcunu ödemek için sanatını yaşatsın ve tanıtsın. İşe Nazım Hikmet'in şiirlerini ders kitaplarına alarak işe başlasınlar'

Sevgiye, barışla kalın.