Mustafa Kemal Atatürk ‘Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le beraber’ olan Mazhar Müfit Kansu’ya savaşa sürerken ‘Yaz!’ der; ‘Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacak!’

Mustafa Kemal Atatürk, Fransız İhtilali’nin düşünce köklerini yaratan J.J. Rousseau ve siyaset bilimci Montesquieu’yü okumuştu. Jean Jack Rousseau’nun “Kişi için özgürlük” ve ‘Toplum için Cumhuriyet’ düşüncesi onu etkilemişti. 1914 yılında askeri ateşe olarak tayin edildiği Sofya’ya giderken arkadaşı Kazım Özalp’e, Osmanlı Devleti ile ilgili olarak şunları söylemişti: ‘Bu hanedandan ülkeye huzur yoktur. Diktatörlük ise ulusları mutlu ve gönençli kılmaz. Devletin esasını Cumhuriyet ilkelerine göre hazırlamak gerekir’

4600 kitap okuyup, bunları içselleştirmek, sentezlemek, tahlil ve analizler çıkarmak! Bu fikirleri harekete geçirerek kusursuz bir şekilde uygulamak. Dünya tarihinde bir örneği dahi olmayan bir gerçektir.

Mustafa Kemal Atatürk, yakın dostu Mazhar Müfit Kansu Bey’e günlük olayları not tutturur ve bu notları iyi saklaması gerektiği konusunda ısrar eder. Yıl 1919, Erzurum Kongresi öncesinde bir gün.

Mustafa Kemal Atatürk ‘Yaz!’ der Mazhar Müfit Kansu’ya;

“7-8 Temmuz 1919, Erzurum, sabaha karşı.

Bir; zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.

İki; Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.

Üç; Örtünmek kalkacaktır. Fes kaldırılacak, şapka giyilecektir.”
Mazhar Müfit Bey’in elindeki kalem düşer!
Paşa sorar: Niye durakladın?
‘Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var!’
Atatürk devam eder: ‘Bunu zaman gösterir, sen yaz!’
Beşinci maddeye gelince, Mazhar Müfit Bey, yatmak için izin ister.

Çünkü bu madde ‘Latin harfleri kabul edilecek’ diye başlar.
Mazhar Müfit Bey’in tahammülü kalmamıştır, gün de ağarmıştır, müsaade ister.

İçinden ‘Şu bizim paşa amma da hayalperest’ diye geçirir.
Aradan yıllar geçer, Mustafa Kemal Atatürk’ün o gece Mazhar Müfit’e not ettirdiği maddelerin hemen hepsi gerçekleşir. Cumhuriyet ilan edilmiş, sAtatürk’ün not ettikleri bir bir yaşama geçmektedir.
23 ağustos 1925’de Atatürk, Kastamonu’da şapkayı halka anlatmaktadır. Mazhar Müfit de kafileyi seyretmektedir. Birden öyle bir şeye şahit olur ki Mazhar Müfit gözlerine inanamaz. Atatürk’ün yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında şapka vardır. Mazhar Müfit bunu hayretle izlerken Atatürk, otomobilini yavaşlatır ve Mazhar Müfit’e seslenir, yanına çağırır: O’na şöyle der:
‘Azizim Mazhar Bey, notlarına bakıyor musun, kaçıncı maddedeyiz?’

Atatürk hayallerini gerçekleştiriyor ve bu hayallerden yepyeni bir Türkiye’nin doğuşunun müjdesini veriyordu. Mazhar Müfit Kansu daha sonra anılarında bu hayalin gerçekleşmesi konusunda şöyle diyecektir;

‘Benim o gün hayal ve masal diye karşılayarak not ettiğim her madde, zamanla birer hakikat abidesi olarak karşımda bütün endamı ile boy gösteriyordu!’

28 Ekim 1923, Cumhuriyetin ilanından bir gece evvel, Atatürk ‘Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ der ve notlarını sır gibi saklamasını söylediği Mazhar Müfit’e dönerek şöyle seslenir:

 

‘Erzurum’dan beri ağzından çıkarmadığın Cumhuriyetin işte zamanı geldi. Yarın istediğin kadar Cumhuriyet diye alenen artık bahsedebilirsin’

Dönemin diktatörleri ve Atatürk

Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Sovyet Rusya’da Stalin,  İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar, Yunanistan’da Metaksas gibi liderler diktatörlüklerini ilan eder ve sürdürürken, Atatürk demokrasiye inanıyordu.

Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ‘Medeni Bilgiler’ kitabını yazmış ve Türk insanına, Türk kadınına ve Türk gençliğine demokrasi, insan hakları ve özgürlüğün ne demek olduğunu anlatmıştır.

Atatürk’ün hedefi, laik ilkelere dayalı çağdaş bir toplum kurmaktı. Temel hedef, dünya milletleri içinde saygı duyulan, uygar ve çağdaş bir Türk toplumu yaratmaktı.

Atatürk, devrimciydi.

Atatürk, antiemperyalistti.

Atatürk, laik ilkelere dayanan Cumhuriyetçiydi.

Atatürk, Türk toplumunun aydınlanma devrimlerine ulaşmasını istiyordu.

Atatürk, aynı zamanda demokrattı. Demokrasiye inanmıştı.

Türk toplumunun tam ve çağdaş bir demokrasiye ulaşmasını istiyordu.

 

Cumhuriyet bireyi özgürleştiren kültürel bir dönüşümdür

 

Araştırmacı, tarihçi yazar Emin Cüneyt Sağdıç, Cumhuriyetin, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferin bir ürünü olduğunu, Mustafa Kemal Atatürk’ün bunu şu sözleri ile ifade ettiğini hatırlatıyor bizlere; ‘Cumhuriyet kolay kazanılmamıştır. Bunu kazanmak için bol miktarda kan döktük!’ Yazar Emin Cüneyt Sağdıç, bir yazısında Türkiye Cumhuriyetinin bir evrimle değil bir devrimle kurulduğuna dikkati çekiyor, şunları söylüyor;

“Cumhuriyet, meşrutiyetten bütünüyle farklı bir anlayış getirmiştir.  Fransız devriminden etkilenen Cumhuriyet dönemi öncesinde meşrutiyette egemenlik padişah ile halk arasında paylaşılmaktaydı. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ve ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’  ifadesiyle Cumhuriyetin altyapısı oluşmaya başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk; ‘Türk Ulusunun doğa ve geleneğine en uygun olan yönetim Cumhuriyet yönetimidir” ve “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir”  diyerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temel üzerine oturtulduğuna işaret etmiş ve bunlardan birinin “tam bağımsızlık”, ikincisinin de “kayıtsız şartsız ulusal egemenlik” olduğunu vurgulamıştır. Cumhuriyetin Siyasi, ekonomik ve toplumsal kazanımları olmuştur. Cumhuriyetin ilk 10 yılında nelerin başarıldığını hepimiz biliyoruz.

Cumhuriyet, Emperyalizme karşı zaferdir, Cumhuriyet, verilen binlerce şehit ve gazidir, dul kalan, yılmayan, vatan ve namus savaşını sürdüren Türk kadınıdır. Cumhuriyet, Sevr’den Lozan’la tarihi tersine çevirmektir.
Cumhuriyet, bireyi bağımsızlaştıran, özgürleştiren kültürel dönüşümdür.

Cumhuriyet vatan sevgisidir.

Cumhuriyet, dostluk, insanlık ve barıştır.

Cumhuriyet, toplumsal, siyasal ve ekonomik atılımlardır, yurdu demir ağlarla örmektir, şeker fabrikaları açmaktır, ucuz ve kaliteli hizmet veren Sümerbank’ta istihdam yaratmaktır.
Cumhuriyet, hem düşünce, hem fikir, hem de eylemdir.

Cumhuriyet, toplumsal ve ekonomik durumu farklı tüm yurttaşların eşit sayıldığı, demokrasi, öz olarak her bireyin eşit oy hakkını kullanmasıdır.

Cumhuriyet, tamamlayıcısı demokrasinin varlığıyla ülkeyi aydınlatma anlayışıdır.

Cumhuriyet, Atatürk’ün 1933’te 10’uncu Yıl Nutkunda söylediği gibi ‘En büyük bayramdır’

Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışında insan sevgisi

 

Halil Ağa ve Atatürk

Halil Ağa vergisini ödemedi diye devlet öküzünü alır. Mustafa Kemal Atatürk bunu duyar ve bakanlara ‘Yarın bir efendimiz gelecek, burada hazır olun’ der. Halil Ağa’yı köşke çağırır. Halil Ağa salona girince Atatürk ‘Efendimiz geldi!’ diye ayağa kalkınca yanındaki bakanlar da ayağa kalkar. Masadakiler şaşkındır. ‘İşte beklediğimiz efendimiz, Hoş geldin Halil Ağa!’der Atatürk. Halil Ağa Atatürk’ün sağ başına oturtulur. Atatürk sofradakilere, o gün köşkten nasıl çıktığını, Halil Ağayı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisiyle konuştuğunu ayrıntılı bir biçimde anlattıktan sonra:

- Efendimizin hâlini gördünüz beyler? Devlet size böyle davransa, ne yaparsınız?

Sofrada kesin bir sessizlik vardır. Gözler Atatürk’e dönmüştür.

- Halil Ağanın öküzünü satıp üretimi aksatan kanunu ya biz yaptık, ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağanın öküzünü satıyor. İkisi de bence bir. Böyle bir kanun yaptıysak, memleket çıkarlarına aykırıdır, nasıl yaparız? Eğer yaptığımız kanun böyle yorumlanıyorsa hükûmet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul’da geçiyor. Bunun Van’ı var. Bitlis’i var. Kıyı bucak ilçesi var, acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler! Biz cumhuriyeti süs olsun diye yapmadık; halktan yana bir idare kurmak için yaptık. Hükûmetin müfettişleri var, valileri var, kaymakamları var, bunlar Halil Ağanın öküzünü vergi borcundan satıyorlar. Yaptıklarının ne demek olduğunu elbette bilmeleri gerekli. Bunlar, Halil Ağanın öküzünü satıp vergi gelirini şişkin göstermeye çalışıyorlar! Ne demektir bu? Biz cumhuriyeti anlatamamışız beyler, bundan bu çıkıyor!

Atatürk ve çocuk

Cumhuriyetin ikinci 100 yılı nedeniyle özel sektörün televizyonlara verdiği reklamları izledim. İçlerinden biri vardı ki Atatürk’ün Cumhuriyeti kurma fikrini en güzel anlatanıydı bana göre.

Çocuk, Atatürk’ün eline diken battığını görür.

Atatürk hayret içindeki çocuğa;

-Ne oldu çocuk der.

-Aa, senin eline diken batar mı?

Atatürk tebessüm eder!

-Batmaz mı?

-Senin elin kanıyor mu?

-Kanamaz mı?

-Ama sen Atatürk değil misin?

-Öyleyim çocuk.

-Ama!

-Sen bırak şimdi benim kim olduğumu. Bu gülü yetiştireceksen canın yanacak. Elin kanayacak

Güneş seni terletecek. Bu bahçede gül bitmez diyenler olacak. Gül öyle yetiştirilmez, böyle yetiştirilir diyenler olacak. Sen kendine şunu soracaksın; Ben burayı gül bahçesi yapmak istiyor muyum? Ben burada dünyanın en güzel güllerini yetiştirmek istiyor muyum? Eğer çok istiyorsan ne eline batan diken ne de söylenenler umurunda olmayacak. Kim olursan ol tek isteğin şu kokuyu duymak olacak anladın mı?

-Anladım.

-Aferin sana hadi bakalım devam

Son söz;

Büyük ölülere matem gerekemez, fikirlerine bağlılık gerekir.

Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kültürsüzleşmeye karşı direnen güzel yürekli insanlara kutlu olsun.

Türkiye Cumhuriyetinin ikinci 100 yılı, eğitime önem veren, meydan okuyan, yenilik yapan ve liderlik etme cesaret gösteren zihinler yetiştirme, uyanma, düşünme ve harekete geçme yüzyılı olsun.